Bataklıklardan kurtuluşumu Yeni Asya’ya borçluyum
Yeni Asya gazetesi ile nerede ve ne zaman
tanıştınız?
1963-64 yılında askerdim. Askerliğimi Rusya hududunda yaptım. Komünizm ideolojisini tanıyıp tahribâtlarını gördükten sonra düşünce dünyam değişti, ama hareketlerimde değişiklik yoktu. Askere gelmeden önce de her türlü gayrimeşru, menfî hareketlerin içerisinde bulunmuştum. Ancak doğru olarak telâkki ettiğim bir şey de yalan söylememekti.
Askerde bu haylazlığıma karşılık bölük komutanım bana “İnsanın fıtratı temizdir, ancak hâl ve etvarı insanı kötü gösterir, sivilde sana muvaffakiyetler dilerim” demişti. Kanaatimce Risâle-i Nurlardan haberdardı.
Askerlikten 1965 yılında terhis oldum. 1966 yılında da Risâle-i Nurları tanıdım. Komünizm ile ilgili mücadelem başladı. Bunun AP ile mümkün olacağını düşünüyordum. Ancak diğer menfî yaşantım da devam ediyordu. Beraber sokaklarda sabahladığımız arkadaşlarımız vardı. Baktım ki, bir arkadaşımın hareketleri değişmeye başlamış, bizden uzaklaşmaya çalışıyordu.
“Hayırdır ne oldu sana?” deyince, “Sen ne yaptığını sanıyorsun? Sanki dünyayı kurtaracak havan var. Sen önce kendini kurtar, bu hayat böyle gitmez” dedi. Hayretler içerisinde idim. Bize göre sokaklarda sabahlamak her türlü menfî hareketlerin içerisinde olmak, akabinde de komünizme karşı mücadelede bulunmak, ayrıca bulunduğumuz mahallede ‘orman kanunları’ uygulandığı için normal sayılırdı. Ancak arkadaşın hareketleri bana göre normal değildi.
“Sana ne oldu da böyle düşünmeye başladın?” deyince, “Sana bir kitap vereceğim, dinî meselelerden bahsediyor, ama bu yasaktır” dedi. Ben de “Nasıl olur, hem dinden bahsedecek, hem de yasak olacak? Aklım almıyor, ver bakayım” dedim. “Ne olur bu kitabı evde oku” deyince merakım artmıştı.
200-300 metredeki karakola getirerek, bu kitabın yasak olma sebebini öğrenmek istiyordum, fakat engel oldu. Kitap “Gençlik Rehberi” idi. Kitabı aldım, esrar ve sigara içmeden eve geldiğim nadirdir. Bu kez hiçbirini yapmadan eve geldim.
“Birinci Söz”de yarım saat, arka sayfaya geçmeden bir ilk satıra bir son satıra gözüm gidip geliyordu. Artık yerimde duramıyordum, sanki balyozla kafama vurulmuş halde İkinci Söz’e bile geçemiyordum. Sonunda, “Bu kitap sanki benim için yazılmıştır” diye düşünürken, küçük biraderim yanıma geldi. “Abdest almayı bana öğretir misin, ben namaz kılmak istiyorum” dedim. Namaz kılmayı da pek bilmiyorum. Dindar anne babanın oğluyum, ama ne abdestten haberim var, ne de namazdan. En yakın camiye zor attım kendimi. Yatıp kalkıyor, rahatlamaya çalışıyordum. Camiye gelenler de bu şekilde namaz kılmama sadece hayretle bakıyorlardı.
Tekrar kitabı veren arkadaşın yanına gittim. “Bu kitapla ilgili iki şey söyleyeceğim” dedim. “Bunları okuyanların da toplandığı bir yer ve yayınları olması gerekir diye düşünüyorum. Sen biliyorsan oraya gidelim” dedim. Beraber bir yere gittik. Oradan hoşlanmadım. Sadece cami imamı gibi vaazlar yapılıyordu. “Bu kitapların yeri burası olamaz” dedim. Kitabın muhtevasını fazla bilmediğim halde kanaatim bu yönde idi. Arkadaşım da teyid ederek “Yarın da başka bir yere gideriz” dedi...
Bir gün sonra da bir başka yere gittik. Baktım rahlenin üzerine bir kitap konulmuş, bir şeyler açıklanmaya çalışılıyor. Orada bulunanlardan bir kısmını tanıyordum. Rahle olmasının bana yeteceğini düşünmüştüm. Şahıslar benim için önemli değildi. 9 ay düzenli olarak gidip geldim. Bugün anladım ki, orada meslek ve meşrebimize uymayan bazı hâller varmış. Babam çok yalvardı, yapma diye. Ama ben eski hâlime dönüyordum. Bu meseleden sonra tokat yedim.
İfrattan tefrite düşmüş bir halde idim. Yine bir şeyler eksikti. Evlenmeye, yuva kurmaya niyet ettim. 1967 yılında evlendim.
Askerde dövdüğüm subay yüzünden mahkemeye verilmiş, akabinde de cezam kesinleştiği tarafıma bildirilince 3 ay hapis yatmıştım. Hapiste aklım başıma geldi. Risâle-i Nurların ehemmiyetini anladım.
Yeniden kendime geldim, ama geç oldu. Artık hareketlerimin düzelmeye başlaması iradem dışında oluyordu. Arkadaşlarımdan uzaklaşmaya başlamıştım. Çevremdeki arkadaşlar da alışık olmadıklarından “kafayı üşüttü” diyerek sonumun ne olacağını merak ediyorlardı.
Sizi Yeni Asya’ya bağlayan esas sebepler
nelerdir?
Sohbetlere katıldığım esnada Bekir Berk Ağabey gazetenin ehemmiyetinden bahsediyor, Zübeyir Ağabey’in gazete sattığı şartları anlatıyordu. Sadullah Nutku ağabey Beyazıt Camii’nde, Zübeyir Ağabey Galata Köprüsünde, vapurlarda hangi şartlarda hizmet ettiklerini paylaşıyordu.
Yangından kurtulmama sebep olduğu için Nurlarla meşgul olmak, gazeteye sahip çıkmak anlamında neler yapabilirim diye düşünüyordum. O gece rüyamda Üstad’ı gördüm. Bana sertçe bakıyordu. “Üstadım ne oldu?” diye yalvarıyordum. Hafif bir tebessümle hiçbir şey söylemedi. Hafif tebessüm etmesi bana yetmişti.
Heyecanlanmış, artık vazife telâkki ederek gazete satmaya karar vermiştim. Gazete haftalık çıkıyordu. 3 yıl gazetenin Samsun’da dağıtımını yaptım. 50 gazetenin 45’i geri gidiyordu. Denemek için 10 gazete aldım, camiye gittim. “Müslümanlar sizin gazeteniz” diyerek onları sattım. Cuma günü de 50 aldım, baktım oluyor. Satılıyor. 50-100 derken satışı 1.250 adete kadar çıkarmıştım.
1971 yılında gazete günlük çıkmaya başlayınca Ali Demirel ağabey Türkiye’de Yeni Asya Büro faaliyetleri için gezerken Samsun’a da geldi. “Madem Şeref kardeş gazete ile alâkadar, o halde büroya baksın” diye tavsiyede bulundu. Ali Demirel gittikten sonra bazı kişiler, bazı nedenlerle buna müsaade etmediler. O günden sonra basın yayın hayatı ile ilgili her meseleyi kendi uhdelerine almış oldular. Biz ise, yine basın yayın faaliyetlerine devam ettik. 1971 yılından beri Yeni Asya gazetesini düzenli okuyorum.
Yeni Asya’yı farklı kılan, önde gelen ayırt edici özellikleri nelerdir?
Yeni Asya okuldur. Entelektüel bilgilerle donanımlı yapıyor. Yeni Asya rafinedir, mihenk taşıdır. Bu halle dimdik ayakta oluşundan iftihar ediyorum. Şeref duyuyorum ve heyecanım artıyor.
“Damdan düşenin halini damdan düşen” anlar misali bu yangından kaç kişiyi kurtarırsak kârda olduğumuzu düşünüyorum. Hizmetle ilgili bir mesele olunca her ne pahasına olursa olsun yapmayı bir borç telâkki ediyor, diğer bütün meselelerimi ikinci plana atıyorum. Bugün varlığımı, bataklıklardan kurtuluşumu Yeni Asya’ya borçluyum.
1980 ihtilâlinden sonra korkuları izale etmek için Yeni Asya paratöner olmuştur. Gazete susturulamamıştır. Kapatılmış, başka isim altında yayın yapmıştır, ama fikir birliğini, tesanüdünü hiç bozmamıştır.
“Zulmün topu var, tüfeği varsa; Hakkın da dönmez yüzü, bükülmez kolu vardır” diyerek siper olmuştur.
1987 yılında “Referanduma Doğru” broşürünü Samsun’da her yere ulaştırdım. Girmediğimiz yer kalmadı. 70 bin farkla yasaklar kalktı. 35 bin farkı Samsun’dan gelmiştir.
Anlıyorum ki, Yeni Asya, basın yoluyla Deccalizmin tahribatını tamir eden bir yayın organıdır. Onun için Yeni Asya’yı hayatımın bir parçası olarak görüyorum.
Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı en
önemli değerler neler olmuştur?
Bu sorunuza çocukluk yıllarıma giderek cevap vermek istiyorum. 1949 yılında ilkokula gittim. Kur’ân okumanın yasak olduğu zamanlarda, Kur’ân okumaya gidiyordum. 29 harfi okumak için öğretmen kaldırdığında önce A, B, C diye okudum; sonra da “Elif, Be, Te” diyerek üç harf de ondan okudum. Bunun üzerine öğretmen beni sokağa çuval gibi atmıştı. 6 yaşındaki bir çocuğa yapılan hareket yetmemiş gibi okulu bitiremedim. 9 yaşında sigaraya, 15 yaşında uyuşturucuya başlamış oldum. Bir hareketin yaptığı tahribâtı düşünün. Dinden, maneviyattan yoksun bırakılan neslin gelebileceği durum benim hayatımla örtüşüyor. Yeni Asya’yı tanımamış olsaydım, halimi siz düşünün.
Risâle-i Nur’u tanımadan önce, sokaklardaki tinerci çocuklardan farkım yoktu. Öncelikle Risâle-i Nur beni yangından kurtardı. Üstadın “Karşımda müthiş bir yangın var, içinde evlâdım yanıyor” diye söylediği söze muhataptım. Yaşanan olayları o günün şartlarına göre düşünmek gerekir.
1961 yılında mahallede beraber olduğumuz arkadaş, akrabasına küfürler etmeye başlayınca, bir kişinin bıçaklı saldırısına uğradı, bıçaklayan kaçtı. Olaya şahit olmuştum. Kimsede şahitlik etmedi. Ben de hastanede koma halinde iken, 10 gün yanında kaldım. O halde iken bile ‘Son dublemi ver’ diyordu. Demek ki insan yaşadığı hâl üzere ölürmüş.
Hakim karşısına çıktığımda şahitlik yaptım. Sonuç itibarıyla bıçaklayan kişi ânında 24 yıl cezaya çarptırıldı.
1962 yılında aynı halde bıçaklı saldırıya uğruyor, hastaneye kaldırılıyorum. Vücudumuza sahip çıkamamış, emanete hıyanet etmiştik.
1971 yılında Zübeyir Ağabeyin cenazesine gittim. ‘Kirazlımescit’ten kaldırılacaktı. Herkes yüzüne bakıyor, bense, “Allah’ım onun hâl ve etvarını bana da nasip et” diye duâ ediyordum.
Yeni Asya ile ilgili yaşadığınız hatıraların en
ilgincini bizimle paylaşır mısınız?
1995 yılında Kastamonu’ya seçim arefesinde gittik. Demokrat misyonun üzerine sanki kara bulutlar çökmüş havası vardı. Arkadaşlar Mehmet Feyzi Ağabeyin mezarını ziyaret etmek istediler. “Siz gidin, ben arabada otururum” dedim. Gittiklerinde MHP’lileri Mehmet Feyzi Ağabeyin mezarının etrafını çevirmiş halde gördüler. Arkadaşlar da, “Şeref Ağabey, gelmediğin kadar varmış” diyerek bana hak vermişlerdi.
Üstadın tavsiye ettiği siyasî bir oluşumu parça parça etmek veya buna sebep olacak hareketlerin içerisinde olmak ne demektir? Üstad ‘Siyaset dairesi geniştir’ diyor, ancak bilerek veya bilmeyerek onlara taraftar olanları uyarıyordu. Yeni Asya da bu vazifeyi ifa ediyor.
Esasında Samsun’dan Trabzon’daki aktivitelere katılmam, ortalama iki ayda bir gelmem de bir hatıradır. Buradan da besleniyorum. Mizacıma uygun olduğu için, sık sık ziyaret etme ihtiyacı hissediyorum. Trabzon’un dar dairelerden geniş dairelere kadar meselelerden haberdar oluşu ve duruşlarını hiç bozmamalarını takdir ediyorum. 1980 öncesi Trabzon’la, 80 sonrası Trabzon’un farkı yok. Bundan dolayıdır ki sık sık gelerek hafızamı tazeliyorum. İslâm Yaşar’la beraber “Beşleme”ye hazırlık için 25 ili 15 günde dolaşmamız, hatıralar dinlememiz de ayrı bir hatıra. Allah emeği geçenlerden razı olsun.
|