Yargıtay Eski Cumhuriyet Savcısı Gündel: “Şemdinli dâvâsı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine Van Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararıyla Askerî mahkemeye gönderilmişti. Yasama organınca, sözünü ettiğimiz Ceza Muhakemesi Yasasının 250. maddesindeki değişikliğin yasalaştırılması durumunda dosyanın tekrar Van Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi gerekecektir.”
Ergenekon Dâvâsında ikinci iddinamenin yankıları sürerken biz de bu konuyu Yargıtay Eski Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel’e sorduk. Gündel, darbe yapılabilmesi için illaki askerlerin görevde olması gerekmediğini belirtirken, yasada yapılacak bir değişiklikle Şemdinli Dâvâsının yeniden görülebileceğini söylüyor.
İkinci Ergenekon iddianamesi açıklandı. Genel hatlarıyla bakıldığında hukukî bağlamda tutarlı bir iddianame mi?
İkinci iddianame birinciyi tamamlar nitelikte. Her iki iddianameye konu bazı eylemler ve kişiler arasında fazla bir bağlantı yokmuş gibi görünse de soruşturmanın ve yargılamanın ilerleyen aşamalarında bu bağlantıları daha net bir şekilde görebilme imkânına sahip olabileceğiz. Bununla beraber bir kısım sanıkların bu oluşum içerisinde yer almadığı da ortaya çıkabilir. Bu tür sorunlar soruşturma ve yargılamanın doğasında vardır. Yargılama safhasında bunlar mahkemece dikkate alınacaktır.
Ergenekon iddianamelerindeki ana konu, devletin içerisinde görev yapan bazı kişilerle bu nitelikte olmayan diğer kişilerin yasa dışı yollarla Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya, çalışmaya yönelik fiillerde bulunmalarına ilişkin iddialardır. Bu doğrultuda ikinci iddianamenin farkı, bir kısım askerlerin muvazzaflık dönemlerindeki darbe girişimlerinin de soruşturma konusu yapılarak iddianameye dahil edilmesidir. İkinci iddianamenin önemi buradan kaynaklanmaktadır.
’Emekli paşalar nasıl darbe yapar’ diye bir iddia var…
Örgütsel suçlarla ilgilenen ceza hukukçuları iyi bilirler. Anayasayı ihlâl veya ülkeyi zor kullanarak bölmeye kalkışmak suçlarında kişilerin, suçu işlemeye elverişli araç ve imkânlarla gerçekleştirmeyi amaçladıkları suça ilişkin vahim sayılan filleri işlemesiyle bu suçlar teşekkül eder. Geçmişte ve halen yasadışı Dev-Sol, Hizbullah, PKK gibi örgütlerin mensupları bu tür suçlardan mahkûm edilmişlerdir. Birkaç yüz kişilik veya birkaç bin kişilik örgütler yedi yüz bin kişilik büyük bir ordusu ve polis gücü bulunan ülkeyi nasıl bölecekler veya rejimi nasıl değiştirecekler diye bir düşünce ortaya atılmamıştır. Bu tür suçlardan binlerce örgüt mensubu mahkûm edilmiş ve Yargıtay tarafından da bu mahkûmiyetler onanmıştır. Askerî Yargıtay’dan da bu şekilde çok sayıda karar çıkmıştır. Hiçbir şekilde birkaç yüz kişi ülkeyi nasıl böler veya nasıl rejimi değiştirir diye bir şey sorulmamıştır. Örgüt içerisinde birkaç kişinin silâhlanması ve öldürme, bombalama, yağma, adam kaçırma gibi bazı eylemleri gerçekleştirmeleri suçun oluşumu için yeterli görülmüştür ve mahkemelerce, Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri uyarınca “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına” mahkûm edilmişlerdir.
Şimdi emekli paşaların veya genel olarak emekli askerlerin durumuna gelince. Bunların darbe girişimleri görevde oldukları dönemlerde başlıyor. Burada görevde olmanın verdiği kolaylıklardan yararlanarak hem ordu içerisinde hem de sivil alanda rahatça hareket etme imkânına sahip oluyorlar. Bu hususta iddianamede isimleri geçenlerin veya iddianamede yer almayan bazı askerlerin ne kadar yoğun faaliyetler içerisine girdikleri bilinmektedir. Ekmekli askerlerin, görevdeki askerlerle olan bağlantıları da malûmdur. Bütün bunlar olmasa bile, sadece emekli askerlerin dahi hükümete karşı veya anayasal düzeni değiştirip yerine askerî bir rejim oluşturmak amacıyla harekete geçerek ülkede karışıklık yaratmaları, bu doğrultuda adam öldürme, öldürmeye teşebbüs, bombalama, kitleleri bu amaç etrafında kışkırtma, sokağa dökme gibi fiillerde bulunmaları bu suçların oluşumu için yeterlidir. Bu itibarla ‘emekli paşaların tankları, topları mı var?’ şeklindeki söylemlerin hukuksal bir değeri yoktur. Bu söylemler gerçekleri saptırmaya yöneliktir. Kaldı ki bu suçları işlemek için emekli paşa olmaya da gerek yoktur. Bu amaç etrafında toplanmış bir çok sivilin de, yasal unsurların gerçekleşmesi halinde anayasayı ihlâl suçlarını işlemeleri pekâla mümkündür.
Darbe’ye teşebbüs eden Paşalar askerî görevi olan insanlar onun için dâvâyı askerî mahkemeler görür gibi bir mantık içine girilebilir mi? Şemdinli dâvâsında Yargıtay aleyhte bir karar vererek savcının iddialarını yetersiz bulmuştu. İkinci iddianamede de böyle bir şey yaşanabilir mi? Yaşanmaması için hukukî bir değişiklik gerekli midir? Yürürlükteki kanunlarla karşılaştırmalı olarak izah edebilir misiniz?
Bu tartışma uzun zamandan beri yapılagelmektedir. Biz çeşitli söyleşi ve makalelerimizde, Türk Ceza Kanununun 302 ila 316. maddelerinde yer alan “Anayasal Düzene ve Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”ın, 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 54. maddesinde sayılan suçlardan olmadığını ve bu itibarla darbe veya darbeye kalkışmak suçlarının sivil yargı mercilerince soruşturulması ve yargılanması gerektiğini ifade etmiştik. Ancak bir kısım yargı organlarının bu düşüncede olmadığı bilinmekteydi. Özellikle Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Şemdinli dâvâsında askerî yargı yerinin görevli olduğuna dair karar vermesi, Van Ağır Ceza Mahkemesinin yargılamadan elini çekmesine ve dosyayı Askerî Mahkemeye göndermesine neden olmuştu.
Görüldüğü gibi muvazzaf askerlerin görev sırasında işledikleri darbe suçlarıyla ilgili olarak görevli yargı mercii konusunda bir uyuşmazlık vardır.
Bununla beraber İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Ergenekon soruşturmasında muvazzafların görev sırasında işledikleri bu tür suçlarda yargı yerinin sivil adlî merciler olduğunu kabul etmiş ve ikinci iddianame de bu hususu ayrı bir bölümde vurgulamak ihtiyacını hissetmiştir. Başka bir ifade ile bu konuda bizim gibi düşünmüştür. Bu sevindiricidir. Ancak Ergenekon dâvâsı karara bağlandığında temyiz incelemesi için bir şekilde Yargıtay’a gidecektir. Yargıtay’ın ilgili ceza dairesinin de görüşü bilindiği için burada bir sorunla karşılaşılması mümkün görülmektedir. İlgili dairenin “askerlerin görev sırasında işledikleri suçtan dolayı askerî mahkeme görevlidir” şeklinde bir bozma kararı vermesi Ergenekon dâvâsını çıkmaza sokmaya yetecektir.
Bu itibarla Ceza Muhakemesi Yasasının 250. maddesine eklenecek bir fıkra ile askerlerin görev sırasında işledikleri bu tür suçların sivil yargı mercilerince yargılanmalarının sağlanması gerektiğine yönelik bir düzenlemenin yapılması gerektiği inancındayız.
Şemdinli dâvâsı yeniden sivil mahkemede görülebilir mi?
Şemdinli dâvâsı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine Van Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararıyla Askerî mahkemeye gönderilmişti. Yasama organınca, yukarıda sözünü ettiğimiz Ceza Muhakemesi Yasasının 250. maddesindeki değişikliğin yasalaştırılması durumunda dosyanın tekrar Van Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi gerekecektir.
“Darbeye hazırlık suç değildir. Darbeyi düşünmek suç değildir. İcra edilmemiştir“ demek hukukî açıdan ne kadar doğru?
Birisini öldürmeyi, hırsızlık veya gasp yapmayı düşünmek veya planlamak suç teşkil etmez. Bu düşünce ve davranışlar ceza hukukunda suçun hazırlık hareketleri olarak değerlendirilirler. Bunlar suç oluşturmazlar, ancak ilgili kişilerin ne kadar tehlikeli olduklarını gösterirler. Hastalıklı kişiliklerini ve ruh yapılarını ortaya koyarlar.
Ancak darbeye kalkışma suçlarında durum böyle değildir. Birden çok kişinin darbe planlamaları ve bunun için aralarında anlaşma sağlamaları yeni Türk Ceza Kanununda suç kabul edilmiştir. Bunun aksini iddia edenler 765 sayılı eski Türk Ceza Kanununa göre konuşmaktadırlar ve yeni ceza kanunundaki düzenlemelerden habersizdirler. “Suç İçin Anlaşma” başlıklı TCK.'nun 316. maddesinin 1. fıkrası birden fazla kişinin elverişli vasıtalarla ve maddî olgularını da belirlemek suretiyle yaptıkları darbe planlamalarını suç sayarak on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırmaktadır. Geçmişte önemli mevkilerde görev yapan hukukçuların bunun aksini iddia etmelerinin, görev dönemlerinde yürürlükte bulunan eski ceza kanununa göre konuşmalarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Kaldı ki, darbeye kalkıştıkları iddia edilenlerin bu düşünceleri tasarlama- planlama safhasını aşarak tatbikata geçirilmiştir. Hukuksal deyişle suçun icraî hareketleri gerçekleştirilmiştir. Darbeye kalkışma düşüncesinin dış âleme yansıyan ve vahim nitelikte bulunan hareketleri suçun unsurlarının oluşması için yeterlidir. Elbette bütün bunların değerlendirilmesi açılan dâvâlarda ilgili mahkemeye aittir.
Darbe girişiminde bulundukları iddia edilen Paşaların tutuksuz yargılanması normal mi? Yani isnat edilen suça karşılık böyle durum normal mi?
Soruya bu dâvânın dışına çıkarak genel hukuk kuralları içerisinde cevap vermek gerekiyor. Darbe yapmak veya buna kalkışmak suçları Türk Ceza Kanununun 309, 311, 312 ve 313 ve 316. maddelerinde yer alırlar. Bu fiiller, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını veya uzun süreli hapis cezalarını gerektiren suçlardır. Bu suçların failleri hakkında, bahsi geçen fiilleri işlediklerine dair yeterli deliller mevcutsa Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a-8. maddesi uyarınca tutuklama nedenleri var sayılabilir.
Uygulamada bu ağırlıktaki suçları işlediklerine dair yeterli delil bulunanlar soruşturma aşamasında tutuklanırlar ve yargılamaları da tutuklu olarak gerçekleştirilir. Sağlık nedenleriyle yargılamanın tutuksuz sürdürülmesi elbette mahkemenin takdirindedir. Ancak sağlık nedeniyle tutuklanmayanlar veya tutuklandıktan sonra tahliye edilenlerin sağlık durumları düzelmişse veya sağlıkları konusunda mahkemeyi yanıltıcı rapor aldıkları anlaşılmışsa tahliye nedenleri ortadan kalkmış demektir.
Bunun yanında Cumhuriyet Çalışma Grubunun varlığı biraz daha netlik kazanmış oluyor. Askerî yapı içerisinde böyle bir grup oluşumunun hukukî olduğunu ifade edenlere ne söylemek istersiniz?
Kamu kurumlarında bu arada askerî birimlerde çalışma grupları oluşturulması son derece doğaldır. Ancak bu gruplar ilgili kurumlara Anayasa ve yasalarla verilen görevler dahilinde oluşturulabilirler. Herhangi bir suçu işlemek için bırakın kamu kurumlarında özel alanlarda bile gruplar oluşturulamaz. Kamu görevlilerinin darbeye zemin hazırlamak, insanları fişlemek, yasa dışı dinleme yapmak, çeşitli sosyal grupları kışkırtmak ve benzeri fiiller için çalışma grubu oluşturması illegaldir. Bu grup silâhlı bir zeminde ise Türk Ceza Kanununun 314. maddesi uyarınca “Silâhlı Örgüt”tür. Böyle bir örgütü kuranlar, yönetenler, üye olanlar, onlara yardım edenler, onlar adına suç işleyenler, propagandalarını yapanlar, durumlarına göre TCK.'nun 314. ve 220. maddesi uyarınca cezalandırılırlar.
Eğer darbe yargılaması hukukî olarak başarıya ulaşırsa seksen darbesinin sorumluları da yargılanabilir mi?
1980 yılında asker tarafından gerçekleştirilen darbe ile zamanın meşru hükümeti görevinden uzaklaştırılmış, Parlamento fesh edilmiş, Anayasal kurumların tümü işlevsiz kılınmış başka bir anlatımla demokratik rejim ortadan kaldırılarak yerine askerî bir rejim getirilmiştir. Eski ceza kanununun 146. yeni Türk Ceza Kanununun 309. maddesindeki suçlar işlenmiştir. Bu itibarla suç faillerinin yargılanması gerekir. Ancak Anayasanın Geçici 15. maddesi şu anda bir ceza soruşturması yapılmasına hukukî engel teşkil etmektedir. Bu maddenin kaldırılması halinde suç failleri hakkında soruşturma yapılmasının önü açılacaktır.
Sizce yürürlükte olan anayasayla darbecileri yargılama konusunda bir kusur var mı?
Darbe girişiminde bulunanların gerek sivil gerekse askerî yargı mercilerince yargılanmalarının önünde Anayasal veya yasal herhangi bir engel yoktur. Ancak suç işledikleri sırada görevde bulunan askerlerin hangi yargı mercilerinde yargılanacakları hususunda tartışmalar vardır. Yeni bir yasal düzenleme ile sivil yargı yerlerinin görevli kılınmaları ve bu tartışmaların sona erdirilmesi yararlı olacaktır.
Hilmi Özkök’ün mahkemeye ifade vermeyi kabul etmesini nasıl buluyorsunuz?
Sayın Özkök’ün ifade vermeyi kabul etmesi gibi bir kavram söz konusu değildir. Kişilerin sanık sıfatıyla ifade vermeleri bazı kamu görevleri nedeniyle belirli kişi veya makamların iznine bağlı olabilir. Ancak tanık olarak bilgi ve görgülerine başvurulması herhangi bir izne tabi değildir. Savcılık veya mahkemeler sayın Özkök’ün bilgisine başvurmak isterlerse ve kendisini dâvet ederlerse bu dâvete uymak zorundadır. Yürürlükteki yasalarımız uyarınca hem tanıklık yapmak hem de bildiklerini doğru olarak anlatmakla yükümlüdür. Sayın Özkök’ün çağrılırsa ifade vereceğini söylemesini hukuka olan saygısının ve demokrat kişiliğinin bir tezahürü olarak değerlendirmek gerekir.
Cumhuriyeti korumak ve kollamak askerin anayasal görevi midir?
Anayasanın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasanın 4. maddesi uyarınca bu hüküm değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Anayasal bir düzenlemeyle dahi ortadan kaldırılması mümkün olmayan mevcut rejime, Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 35. maddesinin Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi verdiği gibi bir gerekçeyle askere müdahale olanağının sağlandığının ifade edilmesi bir safsatadan ibarettir. 35. Madde, darbeye imkân sağlayan ve darbecileri cezaî sorumluluktan kurtaracak bir düzenleme değildir.
|