Üstadın saff-ı evvel talebelerinden Halil İbrahim Çöllüoğlu
Halil İbrahim Çöllüoğlu, şu anda Muğla’nın Milas ilçesinin asrî mezarlığında medfun. Cesedi daha önce şehir merkezindeki kabristana defnedilmiş. Daha sonra Milas Belediyesi tarafından iskân yeri açmak bahanesiyle Milas-Bodrum yolu üzerinde ilçe çıkışında sol taraftaki asrî mezarlığa nakledilmiş. Hâlâ da orada.
Buradaki ehl-i hizmet Yusuf kardeşimiz, bize bu konuda yardımcı oldu, kısa ve özlü bilgiler verdi. Onun anlattığına göre; Halil İbrahim Çöllüoğlu Ağabey, Milas içerisinde Sultan Abdülaziz devrinde babasından kalma bir handa hancılık yapan birisiymiş. İlme müştak, tetkik ve tahkik ehli bir zat. Onun için de bu han içerisinde bir odayı kendisine ait kütüphane olarak tahsis etmiş. Orada birçok ilmî kitaplar var. İlme hürmetli ve devamlı dinî kitaplar okuyarak kendini yetiştiren, yenileyen bir esnaf!
Risâlelerle tanışması ise, bir “çerçicinin” vasıtasıyla olmuş.
Bu çerçici ise, aziz Üstad’ın “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa” dediği, Abdülcelil oğullarından Âdilcevazlı Emrullah oğlu Bekir.
Bu mübarek zat diyar diyar geziyor. Çerçicilik yapıyor. Takip var, zulüm var, sürgün var, tehdit var! Buna rağmen “heybesinden” hiç eksik etmediği Risâle-i Nurları neşrediyor. Muhtaç gönüllere ulaştırıyor. Tebligatından asla ve kat’â vazgeçmiyor. Muhataplarını arıyor ve buluyor! Evet, aklın durduğu, iz’ânın kavramakta güçlük çektiği, idrakin tartmakta âciz kaldığı anlar, olaylar ve şahıslar bu kudsî hamurun içerisinde.
İşte bu mübarek zat, Adilcevazlı Bekir Ağa; Milas’a gelişinde, Çöllüoğlu Hanına misafir oluyor ve han sahibi Halil İbrahim Efendiye “dâvâsını” tebliğ edecek birkaç eser bırakıyor. Kuvvetli rivâyet böyle.
İlme müştak bir insan olan Hancı Halil İbrahim, cevheri bulunca artık onları bir daha bırakır mı? Han odasındaki kütüphanesine bu risâleleri “demirbaş” olarak baş köşeye koyuyor. Bütün baskılara rağmen hiçbir şekilde yolundan dönmüyor, dâvâsından taviz vermiyor. Muhabbet ateşi gönlünü yakmaya başlıyor. Asrın sultanının huzuruna gitmek istiyor. Koca sultanı Burdur’da veya Barla’da ziyarete gidiyor. Kaynağından kana kana nurları içmek için. Turfanda bilgileri alıyor ve hizmete başlıyor Milâs’ta. Tek başına. Bir kutup gibi... Baskılara, zulümlere karşı direniyor. Milletin çoğu bu baskılara dayanamayıp kitapları ya toprağa gömüyor, ya da imha ediyor ve saklıyor. Halil İbrahim ise mertliğini koruyor ve taviz vermiyor. Bu tavizsiz dik duruşun elbette bir bedeli olacaktır. Ve bedel günü geliyor! Bir gün, hizmetine devam ederken, hanın hemen bitişiğindeki “Aydınlı Camii’nde” namazdayken alınıyor ve Eskişehir’e götürülüyor. Eskişehir zindanlarında “madalya ve nişane alma” törenleri var! Sultanla beraber olmak! Bu imtihanı başarıyla tamamlıyor. Aziz Üstadından nişaneyi alıyor!
Risâle-i Nur’un sadık ve sebatkâr bir şakirdi, erkân-ı mühimmesi, mânevî mimarlık yapan çok değerli bir rüknü haline geliyor.
***
İşte o mübarek zat hakkında Aziz Üstadın, Emirdağ ve Kastamonu Lâhikalarında yazdığı hakikatlerden kısa örnekler:
* “Halil İbrahim’in mektubu, şahsıma verdiği fevkalâde meziyetler için kabul etmemek mesleğimizce lâzım gelirken, iki manidar tevafuku bana hem kendini kabul ettirdi, hem lâhikaya girdi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 119, Mek. No: 81)
* “Halil İbrahim’in mektubu, belki her mektubu hem onun, hem İnce Mehmed’in nâmına kabul ediyorum. İkisine, Hüsrev’le Rüşdü gibi bir ruh, iki ceset nazarıyla bakıyorum. Cenâb-ı Hak onları muvaffak etsin ve emsâlini oralarda çoğaltsın. (...) Hapishanede, Risâle-i Nur’un son kâtibi kahraman Şefik acaba sağ mıdır? Nerededir? Merak ediyorum. Halil İbrahim’den sorunuz.” (Kastamonu Lâhikası, Mek. No: 82)
“Halil İbrahim’in, Risâle-i Nur hakkında gayet tatlı ve güzel ve mutabık temsili ve tavsifi, içinde samimî ihlâsından ve kanaatından geldiği cihetle, bizce gayet parlak ve edîbâne düşmüş. (…) Ona ve rüfekasına her gün hususî duâlarımıza, kazançlarımıza, hususan İnce Mehmed hissedâr olmalarını ve selâmımızı tebliğ edersiniz.” (Kastamonu Lâhikası, Mek. No: 143)
“Hasan Feyzi’nin ve bir hafta evvel Halil İbrahim’in şahsıma karşı fevkalâde hüsn-ü zan ile mersiyeleri... (...) O ikisine ve arkadaşlarına, hususan Ahmed Feyzi ve Denizli hapsindeki kardeşlerimize ve hakkımızda adalete çalışanlara binler selâm… Halil İbrahim’in ağlatıcı mersiyesinden iştiraklerini gösteren mektubu, benim o havalideki sebatkâr kardeşlerim hakkında endişelerimi izale eyledi.” (Emirdağ Lâhikası, Mek. No: 91)
“Hem aynı zamanda Halil İbrahim’in, vefatım hakkında bir hazin mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirtleri ağlattırdı.” (Emirdağ Lâhikası, Mek. No: 84)
“Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in…” (Emirdağ Lâhikası, mek. no: 52)
“Milaslı Halil İbrahim, hakikaten Risâle-i Nur’un demir gibi metin ve sarsılmaz bir şakirdidir. O kasaba onunla iftihar etmeli. Hem ona, hem Risâle-i Nur’un avukatı Ahmed Feyzi'ye ve arkadaşlarına ve eski kahraman kardeşlerimizden Şefik’e çok selâm ve duâ ediyoruz.” (Emirdağ Lâhikası, Mek. No: 31)
“Risâle-i Nur’un ehemmiyetli rükünlerinden olan Halil İbrahim’in sisteminde Ahmed Feyzi’nin mektupları, şahsıma ait haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zanları bir tarafta kalsa—ondan kat’-ı nazar—o havalide Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisine karşı Halil İbrahim’le, Ahmed Feyzi’nin sarsılmaz, gayet kuvvetli irtibatlarını gösterdiğinden, bizi cidden mesrur eyledi. Sadakati harika olduğu gibi, cesareti de o nisbette olan Halil İbrahim’in (r.h.) doğrudan doğruya benim adresime gönderdiği tebrikini aldım.” (Emirdağ Lâhikası, Mek. No: 57)
“Yeni bir Hafız Ali (r.h.) nümunesini gösteren ve Milaslı Halil İbrahim’in sadakatini andıran ve orada ona benzeyen kardeşlerime de pek çok selâm…” (Emirdağ Lâhikası, Mek. No: 48)
Sonraki yıllarda, Halil İbrahim Çöllüoğlu Ağabey, Nur’un saff-ı evvelleri ve büyük kahramanlarından “Risâle-i Nurun avukatı” sıfatıyla meşhur olmuş, Aydın Ortaklarlı Ahmet Feyzi Kul ve Isparta kahramanlarından Mustafa Ezener Ağabeylerin de Risâle-i Nurları tanımasına vesile olmuş.
***
Gönül adamı, dâvâ adamı Halil İbrahim Çöllüoğlu’nun Emirdağ Lâhikası’ndaki o harika mektubundan kısa bir parça:
“Risâle-i Nur bir ibrişimdir ki, kâinat ve kâinattaki mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir.
“Risâle-i Nur âhize ve nakile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârâne ve icâzdarâne bast edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hadisâttan haberdar olabilir.
“Risâle-i Nur mü'minlere; Kur’ân’dan hedaya-yı hidayet, kevneyn-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyz-i Rahman’dır.
“Risâle-i Nur, kâinata baharın feyzini veren bir âb-ı hayat ve ayn-ı rahmet ve mahz-ı hakikat ve bir gülzar-ı gülistandır.
“Risâle-i Nur lütf-ü Yezdan, kemal-i iman, tefsir-i Kur’ân ve bereket-i ihsandır.
“Risâle-i Nur, kâfire hazan, münkire tufan; dalâlete düşmandır.
“Risâle-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-ı envardır.
“Risâle-i Nur hakaik-i Kur’ân ve mi'rac-ı imandır...” (Emirdağ Lâhikası, s. 86)
***
Çöllüoğlu, çocuğu olmadığı için yakın akrabalarından birisini evlâtlık olarak almış. Evlâtlığı elektrik mühendisi İlhan Yüksel Ağabeyimizle bu sefer görüşmek mümkün olmadı.
|