Osmanlı Devletine ilk zamanlar başşehirlik yapan Bursa, tarihî doku bakımından çok zengin bir ilimiz.
Üç otobüsle Pazar sabahı ulaştığımız Bursa Ulu Camii’nde sabah namazını edâ ettik. Caminin lâhutî bir havası vardı ve yarısına yakını dolmuştu. Türkiye’nin dört bir tarafından gelen Nur Talebeleri camiyi şenlendirmişti. Meşveret zeminlerinde yapılan plânlama ve iş bölümü gereği, vazifeli rehber arkadaşlar her bir gruba Ulu Cami hakkında bilgi verdiler.
Yıldırım Beyazıt Han, Niğbolu Savaşı öncesi yaptığı duâda “Ya Rabbi! Şayet bu savaşı kazanırsam, Senin rızan için yirmi cami yaptıracağım” diye vaatte bulunur. Zaferden sonra bu mesele istişâre edilir. Sonuç olarak yirmi küçük cami yerine, yirmi kubbeli muhteşem bir cami yapılmasına karar verilir. Yedi yılda tamamlanan camide ilk vaazı veren ve Cuma namazını kıldıran kişi, kendini saklayan fakat büyük bir veli olan ve Somuncu Baba olarak bilinen Hamidî Aksarayî Hazretleridir. Vaazında yedi farklı açıdan Fatiha Sûresini tefsir eder. Molla Fenarî Hazretleri de içinden çıkamadığı bir konuyu bu vesileyle ondan öğrenir.
Kâbe-i Muazzama, Ravzâ-i Mutahhara, Mes- cid-i Aksa ve Şam’daki Emevî Camii’nden sonra, beşinci en makbûl mâbed olarak kabul edilen Bursa Ulu Camii’nde, Osmanlı hat san’atının en güzel örnekleri duvarlara nakşedilmiş. Gerçekten görülmeye değer ulu bir mâbed.
Mevlid saatine kadar rehber arkadaşlar ziyaret edilecek yerleri gezdirdiler. İlk ziyaretgâhımız, Osmanlı Devletini kuran ve adını ondan alan Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi idi. Tophane denilen yüksek tepede, ulu çınarların altında haşir sabahını bekleyen bu iki kahraman insanın rûhuna Fâtihalar okuduk. Altı Osmanlı padişahının medfun bulunduğu Bursa’yı bu yüksek tepeden temâşa ettik.
İkinci ziyaret yerimiz Emir Sultan’dı. Sevgili Peygamberimizin (asm) nesl-i pâkinden gelen bu büyük evliya, ceddinden aldığı mânevî bir işâretle Bursa’ya kadar gelmiş ve oraya yerleşmiş. Yine mânevî bir işâretle Yıldırım Beyazıt’ın kızı Hundî Fatıma Hatunla evlenmiş ve Ulu Cami’nin açılışını birlikte yapmışlar. Ona da Fâtihalar okuduk.
Üçüncü ziyaret ettiğimiz zat Üftâde Hazretleriydi. Ulu Cami’de uzun yıllar fahrî müezzinlik yapan ve ezan okurken omuzuna ve kollarına kuşlar konarak onu dinleyen bu Allah dostu, diğer cami görevlileri ile birlikte maaş almaya başlayınca kuşlar bir daha gelmez olmuş. “Ben üftâde oldum. Ben üftâde oldum!”, yani “Ben mânevî makamımdan düştüm” diyerek vazifeyi bırakmış ve kendini tamamen tasavvufa vermiş. Cami ve tekkesinin bulunduğu şimdiki mekânında çalışarak yine eski makamına kavuşmuş. Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri gibi nice mâneviyat büyüklerinin yetişmesine vesile olmuş.
Dördüncü gittiğimiz yer, Yıldırım Beyazıt’ın Timurlenk’le yaptığı Çubuk Savaşı’nda yenilip esir düşmesi üzerine girilen Fetret Döneminden çıkılmasına ve Osmanlı Devletinin yeniden kurulmasına vesile olan Çelebi Mehmet Han’ın Yeşil Türbesi ve Yeşil Camisiydi. Çok ziyaret edilen yerlerden birisi de burasıdır. Tadilât dolayısıyla kapalı olan ve bu yüzden uzaktan Fâtihalar gönderdiğimiz bu mübarek zat da yakınlarıyla birlikte yeniden diriliş sabahını bekliyor. Daha gezilecek çok mekânlar olmasına rağmen gidemedik. Çünkü, mevlid vakti gelmişti.
Ulu Cami’ye döndüğümüzde mahşerî bir kalabalık vardı. Yedi bin kişilik kapasitesi bulunan caminin içi dışı doluydu. Namaz vakti camiye giremeyenler, yakındaki camiyi de doldurmuşlardı. Namazdan sonra, Yahya Alkın Hocanın verdiği vaaz çok anlamlıydı. Güzel sesli hafızların okuduğu mevlid bahirleri de dinleyenleri coşturmuştu. Merhum Süleyman Çelebi, mevlid kitabını bu camide vazife yaptığı sıralarda yazmış. Üç yüzden fazla okunan hatimlerin ve binlerce Yasin ve Kelime-i Tevhidlerin duâsını yapan hoca efendi gerçekten çok duygulu bir hatim duâsı yaptı. Zaman zaman kendisini tutamıyor, o da ağlıyordu.
Mehmet Kutlular Ağabeyin de katıldığı bu mevlid programında yüzlerce gönül dostlarımızla kucaklaşmanın hazzını yaşadık. Doğulusu batılısı, kuzeylisi ve güneylisiyle, etnik kökeni ne olursa olsun aynı dâvâya gönül vermiş bu kahraman insanların muhabbet seli görülmeye değerdi. Türkiye’nin birlik ve beraberliğinin sağlanması için ne yapacağını bilemeyen ve şaşkınlık içinde olan etkili ve yetkili çevreler bu tabloya baksınlar. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin insanları nasıl birleştirdiğini görsünler, ibret alsınlar ve bu iman kardeşliğini hayata geçirsinler. Artık diğer formüllerin de iflâs ettiğini kabul etsinler.
Bu vesileyle, meşveret zeminlerinde iş bölümü yaparak mükemmel bir ev sahipliği yapan, misafirlerinin maddî ve mânevî doymasını sağlayan Bursalı gönül dostlarımızı candan tebrik ediyoruz. İlk defa yapıldığı halde bu mevlid başarılı bir şekilde gerçekleştirildi. Emeği geçen herkesten Allah râzı olsun. Bursa Bediüzzaman Mevlidlerinin bundan sonra da bir gelenek haline gelmesini temenni ediyor ve Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
08.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|