Obama, yaklaşık on yıl önceki Clinton ziyaretini hatırlatan Türkiye gezisinde, tabir yerindeyse, “herkese mavi boncuk” dağıtan mesajlar verdi. Ama aralara, ustaca sıkıştırılmış telkin ve uyarılar da ilâve ederek.
Anıtkabir ziyaretinin ardından Meclis konuşmasına Atatürk’e övgüyle başlayarak Kemalistleri memnun etti, ama bilâhare özellikle Kürt ve Ermeni meselelerinde ve ruhban okulu bahsinde söyledikleriyle, bu sevinci yarım bıraktırdı.
22 Temmuz’dan beri DTP’yi gerekçe göstererek Meclise gelmeyen komutanların boykotunu kırdırdı ve DTP Başkanıyla yaptığı beş dakikalık özel görüşmede “Silâhlı mücadele olmaz” dedi.
Gül’le, birbirlerine ön isimleriyle “Barrack ve Abdullah” diye hitap edecek düzeyde bir samimiyet tesis ederken, Erdoğan’ın liderliğinden “etkilendiğini” birkaç defa tekrarlayıp Başbakanla yanak yanağa tebrikleşme görüntüleri verdi.
Baykal’la görüşmesinden “basın özgürlüğüne verdiği önemi” gösteren bir mesaj çıktı ve böylece son dönemdeki tavırlarıyla basına ağır baskı uyguladığı eleştirilerine hedef olan Erdoğan’a o kanaldan da bir uyarı gelmiş görüntüsü oluştu.
Konuşmalarıyla hassasiyetlerine dokundurmalar yaptığı MHP’nin tavrına, Bahçeli’yle beş dakikalık görüşmesinde doğrudan muhatap oldu.
PKK ve terör meselesinde, Türkiye, Bağdat ve Kuzey Irak yönetimlerini beraber çalışmaya davet eden mâlûm ABD yaklaşımını tekrarladı.
Ermeni meselesindeki soruyu cevaplarken, “Görüşüm değişmedi, ama şimdi odaklanılması gereken yer benim görüşüm değil, Türklerle Ermeniler arasında devam eden müzakerelerdir” diyerek kıvrak bir manevra yaptı ve ayrıca Türkiye’ye özellikle sınırı açma, Ermenistan’a da Karabağ mesajları vermek suretiyle konuyu bağladı.
Böylece “soykırım” demesini bekleyenlerin, umduklarını bulamadıkları, ama çok fazla da kızamayacakları bir üslûpla işin içinden sıyrıldı.
Yeni İsrail hükümetinin “Annapolis zirvesi artık bizi bağlamıyor” dediği bir noktada bu zirveyle canlandırılmak istenen barış sürecine desteğini vurgularken, hem İsrail’in güvenlik kaygılarının meşru olduğunu savundu, hem Filistin devletine destek sözü verdi, hem Suriye ile yapılan barış görüşmelerine olumlu baktığını gösterdi.
İran’a bir kez daha “Tercihini yap” dedi.
Bush’un bıraktığı enkazın en ağırlarından biri olan Afganistan’daki durumdan söz ederken, “El Kaide’yi yenmeliyiz” dedi ve Türkiye’nin bu ülkede üstlendiği role özel bir atıfta bulundu.
ABD’nin hiçbir zaman İslâmla savaşmadığını ve savaşmayacağını, yüzyıllar boyunca İslâm âleminin dünyanın şekillenmesine katkıda bulunduğunu, ABD’yi de Müslüman Amerikalıların zenginleştirdiğini, pek çok Amerikan ailesinde Müslümanların bulunduğunu ve hattâ kendisinin de onlardan biri olduğunu ifade etti.
Ve Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini, reformların devam etmesi gerektiğini, ABD ile Türkiye arasında, halkı Hıristiyan olan bir ülke ile, doğuyu ve batıyı birleştiren bir noktada yer alan ve halkı Müslüman olan bir Batı ülkesinin model ortaklığı anlamında, modern bir uluslararası birliktelik oluşturmak istediklerini söyledi.
Bütün bunları, gezisinin İstanbul ayağında dinî liderlerle görüşmesi, Ayasofya ve Sultanahmet ziyaretleri ve kişisel diyaloglarındaki sıcak jestlerle tamamladı ve sonuçta, 48 saatten az süren gezide, her ayrıntısı incelikle planlanmış bir programı tamamlayarak ülkemizden ayrıldı.
Sonuç: Obama’nın mesajları, genel hatlarıyla “demokrat farkı”nı yansıtıyor. Ama özellikle Irak’tan çekilme ve bilhassa Afganistan başlıklarında, bzimkilerin, daha Obama’nın ağzından çıkmadan havada kapıp olumlu cevap verdiği talepleri, Türkiye için Bush yadigârı ve neocon tezgâhı tuzaklara çekilme risklerini barındırıyor.
Esasen aynı riskler Obama için de geçerli.
“İki Amerika”nın kendi içindeki mücadelesi sürerken, çok dikkatli ve temkinli olunması şart.
08.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|