Nurcuların siyasetle alâkası olmadığını, Kur’ân hizmetinin onları iktidar mücadelesine girmekten alıkoyduğunu hatırlatan yazılarımız üzerine Üstadın “iman-hayat-şeriat”la ilgili izahlarını soran ve özellikle hayat-şeriat aşamalarında siyasetin de yeri olması gerektiğini ifade ile, işin bu cihetinin açıklığa kavuşturulmasını isteyen okurlarımız oldu.
Aslında Risale-i Nur’daki açıklamalar, bu sualin cevabını da veriyor. Onlardan anladığımız kadarıyla konuyu toparlamaya çalışacak olursak:
Öncelikle şunu ifade edelim: İman-hayat-şeriat silsilesi, birbirini takiben yaşanacak ve biri bitip diğeri başlayacak farklı aşamaları değil, iç içe devam edecek bir bütünlüğü ifade ediyor.
Dolayısıyla, “İman devresi tamam, sıra hayat aşamasında ve ondan sonra şeriat dönemi gelecek” gibi bir mantık, bu bütünlükle bağdaşmaz.
Bu bakımdan, Nur Talebelerinin birinci ve en önemli iştigal alanı olan iman hizmeti, kıyamete kadar bu özelliğini hep koruyacak ve onun devri hiçbir zaman kapanmayacak. Ki, Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde bizlere imanın sürekli tazelenip yenilenmesi gereken bir intisap olduğu dersini vermiyor mu?
Ekseninde tek tek bireylerin yer aldığı bir süreçte imanın kuvvetlenmesi, toplumsal hayata, aileden başlayarak genişleyen daireler halinde, dindarlaşmanın yaygınlaşması olarak akseder.
Çünkü imandaki artış ve güçlenme, kişilere, hayatını bu imanın gereklerine göre tanzim ihtiyacını hissettirir. Allah’a daha kuvvetli bir imanla bağlanan insanda, Yaratıcının, elçileri ve kitaplarıyla tarif ettiği hayat nizamına göre yaşama iradesi de gelişir ve kuvvetlenir. Bu iradenin sonucu dindarlaşma olarak tezahür eder.
Bunun sonucu, ibadetlerini titizlikle yerine getiren; her işinde helâl-haram ölçülerini gözeten; haramdan uzak duran; faize bulaşmayan; zekât ve sadakasını veren; iktisat ve kanaat esaslarına göre yaşayıp israfa, lükse, gösterişe ve tüketim çılgınlığına iltifat etmeyen bir hayat tarzı...
Böyle bir dindarlık şuurunun topluma mal olması, süreç içinde siyasette de, bürokraside de yansımalarını gösterir. Birleşik kaplar kuralı burada da işler ve dindarlaşma süreci hayatın tüm alanları gibi devlet kademelerinde de hissedilir.
Ama bu fıtrî akışı yeterince hızlı bulmayıp, toplumu tepeden dindarlaştırmaya çalışan veya niyetinin öyle olmadığını defaatle deklare etse de en azından bazı kesimlerce öyle algılanan hareketler, tam tersine dindarlaşmaya zarar verir.
Dahası, dindar kimlikleri öne çıkararak ve dine daha çok hizmet iddiasıyla siyasete atılmak, sahiplerini “Siyaset ve iktidar yozlaştırır” kaidesine mâsadak olma riskiyle karşı karşıya bırakır.
Nitekim iman hizmetlerinin neticesi olarak toplumda giderek güçlenip yaygınlaşan dindarlaşma şuuru, halihazırda, bu riskin ihtiva ettiği dünyevîleşme hastalığının ağır tehdidi altında.
Buna karşı, yine herşeyin temelini oluşturan imana tahşidat yapılması, iman hizmetinin kesintisiz bir süreçte devam ettirilmesi gerekiyor.
Peki, “şeriat” merhalesi, kaçınılmaz bir şekilde, ister istemez siyaseti de içine almayacak mı?
Elbette alacak. Ama bu da sözünü ettiğimiz fıtrî akış ve süreç içinde gerçekleşecek; toplumlardaki dindarlaşma, devletleri de etkileyecek.
Ama burada çok önemli bir nokta, şeriattan ne anlaşılması gerektiği. Bilindiği gibi Risale-i Nur’da iki şeriat tarifi yapılır. Biri, Allah’ın kâinattaki işleyişi tanzim ettiği yaratılış kanunları; diğeri, insanın Yaratıcıyla ve yaratılmışlarla ilişkilerini düzenlemek için gönderilen din esasları.
İkisinin de kaynağı aynı olduğu için, birbirini açıklayan ve tamamlayan şeriatlar bunlar. Kâinat Kur’ân’ı, Kur’ân kâinatı tefsir ediyor. Ve kâinat kitabını okuyan fenler, Kur’ân’daki sırları da açıklıyor. Dolayısıyla, iman ve hayat aşamalarıyla bütünleşmiş bir halka olarak telâffuz edilen “şeriat” halkası, bu bütünlük içinde anlaşılmalı.
Devlet boyutunun bu bütündeki yeri yüzde 1.
05.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|