Seçim yasakları listesi arasında alkol satışını da görünce birden şaşırdım. Aslında hiçbir şekilde şaşırılmaması gereken bir durumdu bu, ama artık ülkemizde bazı şeyler o kadar olağanlaştırılmaya çalışıldı ki, ben bile şaşırır buldum kendimi. Sarhoş kafayla oy kullanılmamasının ne kadar gerekli olduğu kimse tarafından itiraz edilemeyecek birşey olmasaydı, eminim ülkede kızılca kıyamet kopardı.
Kızılca kıyamet diyorum, çünkü bugünlerde bu alkol bahsiyle çok ilgilenir oldum ve ülkemizi bazı konularda diğer ülkelerle karşılaştırınca kızılca kıyamet tablosu geliyor gözlerimin önüne. Geçen hafta, Norveç’te çeşitli ülkelerdeki alkol tüketimi, alkol satışına ve kullanımına dair yasalar, alkole başlama yaşının düşmemesi ve gençlerin alkol hakkında bilinçlendirilmelerine dair bir seminere katıldım. (Zira geçen haftaki yazımı da bu sebepten dolayı gönderemedim.) Bunun öncesinde hepimizin ülkeleriyle ilgili bazı istatistiksel ve genel bilgiler hakkında araştırma yapması gerekiyordu. Türkiye tablosu beni oldukça ürküttü. Sadece beni değil, yabancı arkadaşlarımı da ürküttü. Çünkü her ne kadar Türkiye’de bazı oranlar dünyaya göre daha düşük olsa da, geleneklerinde ve dininde alkole yer olmayan bir ülke olmasından ötürü, bu oranlar ürkütücüydü. Özellikle 1920 yılında kişi başına alkol tüketim oranı 1 lt iken 2004 yılında 20 lt’ye yükselmesi ve alkole başlama yaşının 11’e dek düşmesi, tablonun ne kadar korkunç olduğunu ispatlar derecede.
Hal böyleyken, “Türkiye’de bazı işler nasıl işler?” sorusuna da muhatap olduk tabiî ki. Çoğu Avrupa ülkesinde hafta içi akşam 8, hafta sonu ve resmî tatillerde ise ortalama akşam 6 gibi bir saatten sonra bütün market, bakkal, tekel bayi vs. gibi yerlerde alkol satışı yasakken ülkemizde yasak olmaması ve yasak getirme girişimi söz konusu olduğunda bile kızılca kıyamet kopması ihtimali oldukça düşündürücü. Avrupa’da insanlar, bu zaman dilimleri dışında eğer alkol almak istiyorlarsa, bar vs. gibi mekânlara gitmek ve normal ücretinin en az 2-3 katı ücret ödemek zorundalar. Tabiî bu da olaya caydırıcı bir nitelik kazandırıyor. Sokakta, caddede alkol kullanılması da yine çoğu Avrupa ülkesinde yasak olup, sözde değil, takip edilen ve cezalandırılan bir yasak halini almış. Türkiye’de de böyle olduğunu düşünüyordum, fakat geldiğim ilk gün, İstanbul-Ortaköy’de akşam üzeri, “İdo İskelesi” kenarında toplanmış kızlı-erkekli genç grubu ve başka yaşlarda insanları ellerinde alkol şişeleriyle görünce yanıldığımı anladım.
Avrupa’daki ilginç uygulamalardan birisi de alkol-kilit sistemi. Şu an her ülkede uygulandığı söylenemez, ama en yaygın olarak Finlandiya bu sistemi uyguluyor. Eğer trafikte bir kere bile alkollü araç kullanırsanız, belli bir ceza ödeyip, trafikten belli bir süre men edildikten sonra; aracınıza bir kilit takılıyor. Arabaya her bindiğinizde, arabayı çalıştırmak ve kilidi devreden çıkarmak için, bu cihaza üflemek zorundasınız. Eğer herhangi bir oranda alkol tesbit edilirse, araba kendisini kilitliyor ve kesinlikle hareket etmiyor. Böylece kendi kendisine çalışan bir mekanizma oluşturulmuş oluyor ve hem geçmiş suçun takibi yapılıyor, hem de alkollü sürücülerin trafiğe çıkmasına engel olunuyor.
Çoğu çalışmasını bizim Yeşilay Derneğine benzettiğim, fakat gençleri bilinçlendirme ve ülkede farkındalık ortamı oluşturmada daha başarılı bulduğum Norveçli bir dernek var: Juvente. Ülkenin hemen hemen her noktasında ilk gençlik dönemindeki gençlerden yaşlılara kadar her yaş grubundan gönüllü çalışanı olan bu dernek, her alanda oldukça aktif. “Sarhoş olmadan da sosyalleşebiliriz,” “İçkiden uzak durarak da eğlenebiliriz” gibi sloganları kendilerine yol gösterici olarak seçen bu derneğin ana amacı, gençleri alkole dair bilinçlendirmek ve alkole başlama yaşını mümkün olduğunca ileri bir yaşa erteletmek. Çünkü araştırmalar sonucu eğer belli bir yaşa dek alkol alınmazsa, o yaştan sonra alkole başlama ihtimalinin oldukça düşük olduğunu belirtiyorlar. Tabiî bir de gençlerin hiçbiri alkol kullanmadığı için, birbirleri üzerinde “yaşıt baskısı” gibi bir otorite kurmadan, sosyal ortamların da bu otoriteyi kurmasına izin vermeden, gençliklerini eğlenceli ve kendi tabirleriyle “ayık” bir biçimde yaşıyorlar. Zaten bu bilinci küçük yaşta kazananlar, sonrasında da alkol kurbanı olmuyor.
Juvente Derneğinin ülke çapında devam eden çeşitli projeleri var. Bunlardan haftalarca her yazımda bahsetsem, yine de zaman yetmez. Ama ilginç uygulamalarından birinden söz edecek olursak, gönüllü alkol-satış takip programına değinmek isterim. Alkollü içkilerin 18 yaş altına satılmasının yasak olduğu ve kimlik kontrolü yapılma zorunluluğu olduğu halde, bazı çalışanların, sadece ilk bakışla genç müşterilerin “18 yaş üstü” gösterdiklerine kanaat etmelerinden yahut karşılarındakine kimlik veya yaş sormaktan çekinmelerinden dolayı kimlik sormadan alkollü içki sattıkları ortaya çıkmış. Bu durumda, hem işyeri sahibi cezalandırılıyor, hem de çalışan kişi. Fakat bunun engellenmesi için, 18 yaş altında çeşitli gönüllü gençler, ülke çapındaki marketlere gönderilip, alkollü içki alma teşebbüsünde bulunmaları isteniyor. Tabiî bu yapılırken yasal izinler de alınıyor. Eğer markette kimlikleri sorulmazsa yahut alkol almalarında bir sorun çıkmazsa durum hemen bildiriliyor ve o işyeri hakkında cezaî işlem başlatılıyor.
İnsanların Batıda, özellikle İskandinavya’da gitgide daha çok bilinçlenmesi ne kadar mutluluk ve umut vericiyse, Türkiye’de bu tarz oluşumların modernlik karşıtı, gericilik unsuru olarak görülmesinin de o kadar üzücü ve umut kırıcı olduğunu düşünüyorum. Bunun için de insanlarımızın bir an önce el ele vermeleri ve günde bir kadeh kırmızı şaraptan ziyade 30 dk yürümenin kalbe ve insan vücuduna çok daha iyi geldiği gerçeğini beyinlerine kazımaları gerektiğine inanıyorum. Zira günde 30 dk yürümek kalbe iyi geldiği gibi, hiçbir yan etki yapmamakta olup, sözde kalbe iyi geldiği söylenen bir kadeh kırmızı şarap, insan ömrünü belli ölçüde kısaltmakta olup, kanser gibi hastalıklara da kısa yoldan dâvetiye çıkarmaktadır.
31.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|