İnsanlar neden hep krizleri yaşamak zorunda
bırakılıyor. Kim bunun suçluları?
Önce bir durum değerlendirmesi yapalım. Dünyanın her neresinde olursa olsun, herhangi bir insana sorduğunuzda, hayatının tek gayesinin huzurlu ve mutlu bir hayat elde etmek olduğunu söyleyecektir. Ancak buna rağmen çok az insan bu hedefini gerçekleştirebilir. Çoğu kişinin hayatına dair pek çok şikâyeti, acısı, sıkıntısı, üzüntüsü ve pişmanlığı vardır. Nitekim insanlara hayata dair sorular sorulduğunda ortak kanaat, hayatın acı yönlerinin, bunalımların, krizlerin, iyi ve olumlu yönlerine nazaran çok daha fazla olduğudur. Hayatın büyük bir nimet olduğunu, çok mutlu olduğunu, hiçbir sıkıntısı olmadığını söyleyen insanlar azınlıktadır diyebiliriz.
Tarih boyunca pek çok insan iyiyi ve güzeli bulma adına yola çıkmış, ancak doğru yolda ilerlemediği için sonuçta hep hüsranla ve krizlerle karşılaşmıştır. İnsanlara doğru diye hep yanlış reçeteler verilmiştir. Bu reçetelerdeki ilâçları kullanan toplumlar ve fertleri huzuru ve mutluluğu gerçek mânâda yakalayamamışlardır. Bu ilâçları kullananlar bunalımlardan, krizlerden kurtulamamışlardır.
Hayatın sadece maddî cephesini ele alan tek yanlı görüş tarzları toplumların ekonomik ve sosyal yapısında dengesizliklere, krizlere ve manevî sahada çöküntülere yol açmıştır.
İnsanlığa ekonomik eşitliği, refahı, mutluluğu vaad eden sosyalizm 1989’da büyük krizine şahitlik ediyordu. Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, “Kral çıplak” dedi. Tekerlek artık dönmüyordu. Bir Perestroyka’ya, yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardı. Sovyetler, 70 yıldır sürdürdükleri iddiayı terk etmişlerdi. İnsanlık kaçınılmaz olarak komünist bir dünyaya gitmiyordu. Sistem tıkanmıştı.
Sosyalizmin tıkanması, kapitalist dünyaya büyük moral verdi. Oradan bakıldığında, Batı’nın liberal-kapitalist değer yargıları bir zafer kazanmıştı. Tarihin sonunu komünizm değil, liberal-kapitalist değerler dünyası getirecekti, son insan da bu değerler dünyasının insanıydı.
Şişirilen balon patladı. 2007’nin ortalarından başlamak üzere ve 2008’in sonuna doğru şiddetlenen ve 2009’da tesirlerini bütün dünyada arttırarak devam ettiren, kapitalist dünya, hem de sistemin en tepesindeki ülkeden başlamak üzere, müthiş yıkılışlara sahne oluyor.
Amerika kökenli dev çok uluslu şirketler, birer birer havlu atıyor ve Amerikan yönetimi, onları kurtarmak için trilyon dolarlık projeleri devreye sokuyor.
Milyonlarca insanın işsizliği, onunla bağlantılı sosyal problemlerle boğuşmak dünyanın korkulu rüyası haline gelmiş durumda.
“Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin” ilkesiyle büyüyen yapı, şimdi imdat çığlıkları attığında “Bırakınız ölsün” demiyor. “Ölsün” demiyor, çünkü orada başlayan çöküş, küresel bağlantılar sebebiyle uzaydaki kara delikler gibi bütün dünyayı içine doğru çekiyor. Suçlular ortada. Birisi iflas etti, diğerinin de insanlığın başına ne açtığını hep beraber seyrediyoruz.
Eylül 2008'de patlak veren küresel finansal krizin sebepleri nelerdir? Çalışmanızda reel ekonomi ile sanal ekonomi arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığını söylüyorsunuz, biraz açar mısınız?
Öncelikle söz konusu krizin sebepleri üzerinde durmak gerekiyor. Sıkıntı Şubat 2007 döneminde baş gösteren mortgage sistemindeki tıkanmayla ortaya çıkmış bulunuyor. Gelinen noktada, sistemin tamamen yıkılmasının mı, yoksa küresel bir çapulculuk hareketinin doğal ve geçici bir sonucunun mu olduğu iç içe tartışılan sorular oluyor. Sebepler ve muhtemel sonuçlar noktasında rivayet muhtelif, ancak hemen tüm uzmanların mutabık oldukları noktalar var ki, bunlar faturanın yine alt gelir grubundaki fakir kesimlere kesileceği ve krizin sadece Amerika ile sınırlı kalmayacağı. Nitekim kriz ateşinin küresel ekonomiye sarmallanan hemen tüm ülke ekonomilerine sirayeti de gecikmedi. Birçok ülke bu sıkıntıdan en az zararla kurtulabilmek için borsalarını işleme kapatmak gibi değişik çareler üretmeye koyuldular. Tüm bu çabalar devekuşunun başını kuma gömmesi misali etkisiz kaldı.
Piyasa veya pazar ekonomisi denilen ve gerçek değerlerden çok sanal spekülatif ve varsayılan değerler üzerinde dönen malî-ekonomik sistemin kalıcı olabilmesi mümkün değildir.
Bütün dünyanın ekonomik dengelerini alt üst eden finansal krizleri önlemek için, her ülke kaynaklarını paradan para kazanmaktan daha çok ürün ve hizmet üretiminden para kazanma yolunda değerlendirilmelidir. Tarihin her döneminde para ticareti, kaynakların israf edilmesi yanında toplumun bütün kesimlerinin açgözlülüğünü büyütmüştür. Bu yüzden tarih boyunca faiz, din, felsefe ve ekonominin ana tartışma konularından, en önemlisi olmuştur. Ürün odaklı reel ekonominin yerine, faiz odaklı sanal ekonominin geçmesi, ekonomik, siyasal ve kültürel yapıda dengesizlere yol açar. Bunun için, İslâmiyet’te ticaret özendirilirken faiz yasaklanmıştır. Ünlü İktisatçı J.M. Keynes’in ortaya koyduğu gibi, sağlıklı bir ekonomide faiz oranları sıfır olur.
Kapitalizmin, para ticaretiyle inşa ettiği finansal zenginliğin kaynakları global ekonomik krizle beraber bir bir dinamitlenmektedir. Bankalar, sigorta şirketleri ve yatırım fonları, öz sermayelerini kat kat aşan borçlarının altında ezilmişlerdir. Çok katlı büyük binalar, alışveriş merkezleri ve geniş fabrika binaları tek tek boşalmaktadır. Faizin yol açtığı finansal çöküntünün etkileri, her alanda görülmektedir.
Bu krizin kökündeki mortgage krizi nasıl ve neden başladı?
Mortgage sistemi, ABD’de uzun yıllardır uygulanan ve 20-30 yıla kadar uzayan vadelerle ev sahibi olma imkânı sunan değişken ya da sabit faizli bir ev kredisi sistemidir. Bu sistemde kullanılan kredi miktarı toplamının yaklaşık 10 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Burada önemli olan husus ise, bu miktarın yüzde 35’inin değişken faizli kredilerden oluşmasıdır. Değişken faizli mortgagelerin önemli bir bölümü ABD’de faizlerin yıllık yüzde 1.5-2 civarında olduğu ve ev fiyatlarının da hızla arttığı 2000’lı yılların başlarında ve önemli bölümü de ödeme gücü nispeten daha düşük olan kesime verilmişti. Emlak fiyatlarındaki yükselişin, 2004-2006 döneminde düşüşe geçmesiyle birlikte, özellikle 2005’den başlayarak, ABD’de “subprime” diye adlandırılan düşük kaliteli mortgage kredileri hızla arttı. Kredibilitesi düşük kişi ve kurumlara verilen bu krediler sistemdeki bankalar tarafından tahvile çevrilerek sermaye piyasalarını derinleştiren enstrümanlar hâline geldi. 1980 yılında ABD’deki mortgage kredilerinin sâdece yüzde 10’u tahvile dönüşürken, 2006 yılında bu oran yüzde 56’ya çıktı.
Krizin önemli aktörlerinden gösterilen “Hedge
fonlar” hakkında bilgi verir misiniz?
Hedge fonları paradan para kazanan işi gücü spekülatörlük yapan dev sermaye kuruluşlarına verilen isimdir. Son yıllarda petrol fiyatlarının artışından çok para kazandılar. Bunlar, sabit bir yerde durmazlar. Bugün Almanya’da, üç ay sonra Çin’de, beş ay sonra ABD’dirler. Her ülkeye giriş çıkışları, o ülkenin iç dengelerini sarsıyor. Şöyle düşünün: Herhangi bir Hedge fon, Alman borsasına girdi ve diyelim ki birkaç bankanın büyük oranda hisselerini satın aldı. Varsayın ki 50 milyar dolar. Alman ekonomisi bir anda 50 milyar doların ülkeye girişi nedeniyle canlanıyor. Ama aynı fon, beş ay sonra aniden 50 milyar doları çekip, örneğin Çin borsasına yöneliyor. Bu durumda Alman ekonomisi büyük sarsıntı geçiriyor. O Hedge fonu bu alışverişten büyük kârlar elde ediyor. Son 20 yıldır dünyada üretmeden para kazanan bu fonlardan hemen hemen her ülkenin hükümeti rahatsızdı. Şimdiki kriz aslında Hedge fonlarının meydana getirdiği finans krizidir. Dahası bu fonların kendi içindeki rekabetlerinin sonucudur. Üretmeden, üretenlerin parasını kullanıp, onlardan daha fazla kazanan aç gözlü kapitalistler bugün kapitalist sistemin iflasına sebep oldular. O yüzden, Avrupa hükümetleri bu fonlara karşı tedbir alma peşinde. Fonların piyasada dolaşan değerinin 2 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Yani koca Almanya’nın bir yıllık bütçesi kadar. 2 trilyon dolar, bugün dünyadaki para krizinin temel nedeni oldu.
Amerika ve Japonya’da faizler düşüyor, sıfır
faizler konuşuluyor. Kapitalizmin temeli olan faizde neler oluyor?
Faize ilişkin en önemli gerçek, kapitalist liberal ekonominin temel taşı olduğu veya yapıldığıdır. Parantez içinde söyleyelim ki meşhur iktisatçı Samuelson, komünist sistemde bile gizli bir faiz bulunduğunu öne sürer.
Faizin faziletine inananlar veya bu konuda kararsız kalanlar için dünyanın içinden geçtiği küresel finans krizi aksi yönde inkâr edilemez ispatlar sunmaktadır. Birer para sihirbazı olan George Soros ve Warren Buffet gibi isimler global finans krizinin teşhisinde birleşiyor: Her ikisine göre de kriz ekonomideki son 25 yılın köpüklenmesinden (buble) doğmuştur. Köpüklenmeyi oluşturan ise, modern finansın bel kemiği konumundaki doğurgan ve spekülatif faizdir. Kıymetli evrak hukukundan yararlanan faizli enstrümanlar piyasalarda sınırsız defa dolanım imkânı bulur. Zaten krizin suçlusu reel ekonomi yani sanayi ve ticaret olamaz. Çünkü reel sektör dönemsel hareketler gösterir; belirli müddet yükselir, sonra yavaşlar. Talepteki gerileme belli bir süre devam edince, ihtiyaçlar birikir, gerileyen arz düşen taleple paralellik sağlar. Böylece insanlarda alışveriş arzusu tekrar canlanır.
Kapitalist ekonomi anlayışı faize dayanmaktadır. Zaten krizin temel çıkış noktası da faizlerdir, kredilerdir. Dolayısıyla faizle işleyen sistemlerin kriz ile karşı karşıya kalması normaldir. Bugünkü kriz, modern finans anlayışının belkemiği olan spekülatif faizden kaynaklanmıştır. Ve bu yeni bir şey değildir. Yıllardır biriken bir etki söz konusudur. İslâm ise faizin her türlüsünü yasaklamıştır.
Sınırların önemini yitirdiği bir dünyada ürün, sermaye ve bilgi dolaşımının, ekonomik krizden dolayı denetlenmesi, büyük önem kazanmıştır. Bu krizin sebeplerinin başında, paradan para kazanmaya giden bütün yolları kapatan faiz yasağı gelmektedir. Faiz tarih boyunca ekonominin temeline konulan bir dinamit olarak görülmüştür. Bu yüzden, yalnızca İslam’da değil, bütün kitaplı dinlerde, para ticaretine karşı çıkılmıştır.
Nice tecrübeler yaşayan insanlık nihayet faizin ne kadar tehlikeli, korkunç bir felâket olduğunu, bu yüzden nice kişilerin, kuruluşların perişan hallere düştüğünü anlamaya, görmeye başladı. Demek fıtrat fıtrî olmayanı kabul etmiyor. Demek bir fıtrata dönüş söz konusu.
İslâm da fıtrat dini değil midir? Şu halde insanlık fıtrat dini olan İslâma dönüyor, yöneliyor. Bediüzzaman Hazretleri yüz yıl kadar önce insanlığın dinsiz kalamayacağını, çektiği acı faturalar sonucunda dine yöneleceğini belirtmiş; akıl, ilim ve fennin hükmettiği istikbalde, aklî delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân’ın hükmedeceğini belirtmişti. Demek Kur’ân kendini dinletiyor, hükmetmeye başlıyor.
İslâm ticaret anlayışı hangi düsturlar üzerinde yükselir?
Genel hatlarıyla söyleyecek olursak: İslâm, erdemli bir iş dünyasına vurgu yapar ve bireyleri ve toplumu hakkı üstün tutan bir ticaret anlayışına yöneltir. Derin bir maneviyata ve köklü bir ahlâk düşüncesine dayanan bu ticaret anlayışı helâl ve meşru yollardan ticaret yapmayı, hakkı üstün tutmayı, adil ve dengeli olmayı, sözlere ve emanetlere riayet etmeyi, ferdî ve kamusal menfaati gözetmeyi emreder. Ayrıca ölçü ve tartıya dikkat etmek, karaborsacılık yapmamak, aldatıcı reklamlardan ve haksız rekabetten kaçınmak, malın kusurlarından müşteriyi haberdar etmek, satış-alış ve ödemede müsamahakâr davranmak, haksız fahiş fiyat arttırımları ya da indirimlerinden kaçınmak, cimrilikten vazgeçip cömert davranmak, fiyatları kızıştırmak için satıcı ile müşterinin arasına girmemek ve spekülatif kazanç yollarından öte zatî değeri olan mal ve hizmetlerin ticaretine yönelmek gibi önemli hususlar İslâm’ın ticaret anlayışını belirleyen temel hareket noktalarıdır. İslâm’ın ticaret anlayışında reel ekonomi vardır, sanal ekonomi yoktur.
Krizde ne yapmalı, ne yapmamalı?
Krizde şirket yöneticilerinin sakınmaları gereken bir numaralı hata paniğe kapılmaktır.
Panik ve korku sağlıklı düşünmeyi engelleyerek yanlış kararlar alınmasına yol açar. Panik içindeki idareciler ya başlarını devekuşu gibi kuma gömerek tedbir almada gecikirler ya da telâşla üzerine yeterince çalışılmamış önlemler alırlar. Sonuçta, her şey eskisinden daha beter hal alır ve korkulan başa gelir.
Kriz, dengelerin altüst olduğu bir durumdur. Piyasalarda arz-talep dengesi, talep aleyhine bozulur. Bunun üzerine bir de şirket sahip ve yöneticilerinin psikolojik dengesi bozulursa krizin olumsuz etkilerine mani olmak imkânsızlaşır.
Ekonomik durumu bahane ederek, çekini senedini ödememek, borçlu şirkete hiçbir şey kazandırmaz ama mutlaka çok şey kaybettirir. Piyasada her şirketin yıllar içinde oluşan bir sicili vardır. Sicilinde ahlâk” zaaf yazan bir firmanın bunu telâfi etmesi çok uzun yıllar alır, belki de bu hiç mümkün olmaz. Piyasalar bir zincir gibidir ve şirketler bu zincirin halkalarıdır. Vadesinde ödenmeyen bir borç, domino etkisiyle başka borçların da ödenmemesine yol açar.
Hane halkı ve bireyler cephesinde de işbirliği ve moral en önemli unsurdur. Kriz esnasında aile içi bağlar her zamankinden daha güçlü hale getirilmeli, akraba, komşu ve yakın dostlar ziyaret edilmelidir. Bununla birlikte, harcamaların kısılmasına ve tasarruf edilmesine tüm aile üyeleri katılmalıdır.
Krizlerden nasıl kurtulacağız?
Bediüzzaman, bütün beşerî bunalımları, krizleri, fesatları, rezil ahlâkı, zulüm ve haksızlıkları; hodgâmlığa (bencillik) tekabül eden “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” ve faizi karşılayan “Sen çalış ben yiyeyim” anlayışına dayandırır. İnsanlığın “Ben-biz, uhuvvet-hodgâmlık, hırs-kanaat, şefkat-zulüm” karşılaşmalarında insanî potansiyelini ön plana çıkararak “erdemli toplum”a yönelmesinin yollarını gösterir. İslâm’ın ortaya koyduğu “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” “Yiyiniz, içiniz; ancak israf etmeyiniz” gibi yardımlaşmayı esas alan, müsrifliği yasaklayan hayat prensiplerinin önemine değinir. Bu bağlamda zekât, sadaka, vb. İslâmî kurumların hayata geçirilmesinin önemini vurgular.
Her türlü israf, kanaatsizlik ve fakirliğe karşı “İktisat” kavramını gözler önüne serer. “Hırs sebeb-i hasarettir” diyerek insanı “şükr”ün hazzıyla tanıştırır. Bütün dünyada bulaşıcı bir hastalık haline gelen tüketim kültürünün, zarurî olmayan ihtiyaçların zarurî ihtiyaçlar haline dönüşmesine sebep olan taklitçilik, görenek ve özenti belâsının önüne nasıl geçilebileceğinin yollarını gösterir. Bunlarla birlikte toplumda fertler arasında yaygınlaşan menfaatperestlik, bencilik, kendi çıkarını düşünme, kayırmacılık, rüşvet, torpil gibi hastalıklara karşı tepeden inmeci bir siyasî yaklaşımdan ziyade imanlı fertleri önerir ve bunun da yol haritasını sunar. Özetle, insanın ve toplumun mesh-i manevisine sebep olan bireysel ve toplumsal ahlâkî dejenerasyonun önünü açan, kuvvete, menfaate, ırkçılığa, sefahete dayanan bir medeniyet anlayışına karşı çoğunluğun mutluluğunu tazammun eden ve hakka dayanan Kur’ân medeniyetinin esaslarını ortaya koyar.
Son söz olarak şöyle diyebiliriz,
Materyalist Batı medeniyetinin yaygınlaştırdığı hayat tarzından doğan bunalımları, krizleri aşmak için, israf ve tüketim çılgınlığına karşı iktisat ve kanaat, sefahat ve tembelliğe karşı iffet ve çalışma, emek, hizmet prensiplerini hakim kılmak; büyük sosyal huzursuzluklara ve krizlere yol açan gelir dengesizliklerinin izalesi için de, Kur’ân’daki zekât emriyle faiz yasağını dünya ölçeğinde uygulamak gerektiği gerçeğini fertler ve toplumlar artık anlamalıdır. Zekat, üniversitelerde ders olarak okutulmalıdır. Ekonomik ve sosyal adalet gerçek anlamda zekâtla gerçekleşir. Başka çözümü olan söylesin…
Mehmet Abidin Kartal kimdir?
8. 12. 1962 tarihinde Hatay ilinin Yayladağı ilçesinde dünyaya geldi. 1979 yılında Yayladağı Lisesinden, 1985 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, İktisat bölümünden mezun oldu. 1987 yılında askerliğini Mardin’de yedek subay olarak yaptı. 2001 yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden “Demokrat Partinin İktisat Politikası, 1950-1954” tezini hazırlayarak master (yüksek lisans) mezun oldu. Değişik gazete ve dergilerde bini aşkın makale ve araştırmaları yayınlanmıştır. (Dünya, Yeni Nesil, Yeni Asya, Zaman gazeteleri ve Köprü, Yeni Ümit, Genç Akademi, Sızıntı dergileri) Mali Müşavir olan Mehmet Abidin Kartal, evli ve iki çocuk babasıdır.
Yayınlanmış diğer eserleri
l Risale-i Nur’dan İktisadî Prensipler
l Çocukluktan Gençliğe Başarılı Adımlar
|