Seçimler bitti, ancak siyasetteki kavga ve çekişmeler bütün hızıyla devam ediyor. Bu sarsıntılı çalkantılar, bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
İşin garibi, yaşanan çekişme sadece siyasî partiler arasında değil, partilerin kendi iç bünyelerinde de şiddetli sancılar yaşanıyor. İktidar partisi AKP'nin ciddî bir erozyona uğramasının yan etkilerine herkesin hazırlıklı olması gerekiyor.
Parti içinde mevcut dengeleri sarsacak ölçüde bir kabine değişikliğine gidilmesi an meselesi.
Bir iktidarın oy kaybı sebebiyle kabinede revizyona gitmesi, daha ziyade kurban vermek, yahut cezalandırmak anlamına geliyor ki, bunun da bünyedeki rahatsızlıkları giderdiğine henüz şahit olunmuş değil. Sadece muvakkat bir sükûnet sağlar, o kadar.
Öte yandan, mevcut iktidarın Demokratların yerine ikame edilmesi, yahut onların devamı mahiyetinde gösterilmesi, büyük hata olur.
Zira, ne bu iktidarın öyle bir iddiası var, ne de tarihte Demokratların böylesi bir perişaniyetine şahit olunmuş.
Evet, Demokratlar, tek başına iktidar oldukları hiçbir seçim devresinde CHP karşısında yüzde 40'ın altına düşecek ölçüde bir erime hali yaşamamışlardır.
Daha evvelki "mağduriyet edebiyatı"yla hiç de hak etmediği bir oy yüzdesine ulaşan iktidar partisi, bu kez "Davos ve Hamas hamaseti"nin tetiklemiş olduğu duygusallıklara rağmen, yüzde sekizlik bir oy kaybına uğramaktan yine de kurtulamadı.
Maddî sıkıntının had safhaya, işsizliğin ise azgınlık raddesine çıktığı ve bu dertlere devâ olacak hiçbir çarenin ortaya konulamadığı bir şu vasatta, başgösteren erime trendinin daha da ivme kazanarak devam edeceği anlaşılıyor.
Dolayısıyla, geçmişte yaşananların aksine, 29 Mart seçimleri sükûneti değil, çok yönlü bir çalkantıyı tetiklemiş görünüyor. Hem partiler arasında, hem de partilerin kendi iç bünyelerinde...
Ana muhalefetteki CHP, kısmî oy artışına rağmen, en az iktidar partisi kadar sancılı durumda. Zira, onlar çok daha büyük bir beklenti içindeydiler. Ancak, görüldüğü kadarıyla başarının da, partinin ve liderinin değil, belediye başkanı adaylarının olduğu anlaşılıyor.
İktidar partisinden ümidini kesmiş vatandaşların bir kısmı MHP'ye yönelirken, bir diğer kısmı eski partileri SP'ye geri döndü. DP ve ANAP ise, bu seçimde adeta ölüm–kalım savaşı verdiler. Medya (kartel olsun, yandaş olsun), bütünüyle onları yok saydı. Diğer partiler ve anket şirketleri de hakeza...
Neticede, 2007 Temmuz'una kadar da Meclis'te grubu bulunan ANAP yüzde birin de altına düşerek, bir bakıma öldü, gitti.
DP ise, hayatta ve ayakta kalmaya devam edeceğini gösterdi. Yani, bu parti, hem içerden, hem dışardan kundaklanmak sûretiyle öldürmek istendi; ancak, buna yine de muvaffak olunamadı.
Her türlü menfî sebep ve maniaya rağmen ölmeyen ve öldürülemeyen bir siyasî parti, artık yaşıyor ve yaşayacak demektir.
Lider ve lider kadrosunun sıklıkla değişmesine mâruz kalmasına rağmen, yine de tükenmeyen ve tüketilemeyen bir siyasî hareket, demek ki tükenmeyen bir mânevî kuvvete istinat ediyor ki, hâlâ hayatta ve ayakta durabiliyor.
Demokratlar için, 29 Mart'tan daha zor ve daha ağır geçen bir seçim dönemi olmamış, bundan sonra olacağına da ihtimal veremiyoruz.
Siyasetin durulması, önündeki düğümlerin çözülmesi ve fıtrî seyrine girmesi, ancak gerçek Demokratların siyasî denkleme dahil olmasıyla mümkün görünüyor.
Tarihin yorumu 2 Nisan 1453
Fetihten önceki son kuşatma
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethi ile neticelenecek olan son kuşatma harekâtını 2 Nisan günü başlattı.
Bu tarihten önce, Bizans İstanbul'u tam 28 kere kuşatmaya maruz kaldı. MÖ 320'li yıllarda başlayan bu kuşatma hareketleri, birbirinden farklı devletler ve milletler tarafından yapıldı. Ancak, bunlardan hiçbiri fetih başarısını gösteremedi.
Tarih içinde çeşitli İslâm devletleri tarafından da kuşatılan İstanbul, özellikle Emevi ve Abbasiler döneminde büyük çapta düşme tehlikesi geçirdi.
Emeviler'in 722'de gerçekleştirmiş olduğu 3. kuşatma esnasında Galata Limanı ile bugünkü Perşembe Pazarı mıntıkası ele geçirildi ve aynı yerte halen ayakta olan Arap Camii inşa ettirildi. Ebâ Eyyüb–i Ensarî'nin şehadeti ise, daha evvelki kuşatma esnasında vuku bulmuştu.
Abbasilerin 970 tarihindeki kuşatmadan sonra, Bizans İstanbul'u önemli ölçde haraca bağlanarak tesir altına alındı, ancak yine de fethedilemedi.
Sultan Fatih'ten önce Osmanlılar tarafından da üç–dört kez kuşatılan İstanbul, Avrupa'daki Haçlı kuvvetlerinin imdada yetişmeleri sebebiyle yine fethedilemedi.
Fatih Sultan Mehmet ise, müthiş bir hazırlık ve planlama neticesinde 2 Nisan (1453) günü başlatmış olduğu kuşatma harekâtını 29 Mayıs'ta tamamlayarak, Hz. Muhammedin (asm) müjdesine mazhar oldu.
Bu son kuşatma harekâtı, şayet iki aydan fazla sürmüş olsaydı, fetih yine riske girmiş olacaktı. Zira, büyük Haçlı donması İstanbul'a doğru harekete geçmiş, gerek Karadeniz ve gerekse Ege Denizi tarafından gelerek imdada yetişmek üzereydi.
Kuşatmanın uzaması halinde, bu kez iki ayrı cephe daha açılacak ve büyük ihtimalle fetih de geri kalacak, belki bir başka tarihe tehir olacaktı.
02.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|