29 Mart yerel seçimini de geride bıraktık. Ve görünen o ki, epeyce bir zaman bu seçimin ortaya çıkardığı sonuçlarla meşgul olacak, bunlara göre yeni sürecin nasıl şekilleneceğini kestirmeye çalışacağız.
Burada öncelikle üzerinde durulması gereken nokta, tabiatıyla, AKP’nin almış olduğu netice.
Erdoğan bir taraftan bu sonucu “güvenoyu göstergesi” olarak yorumlarken, diğer taraftan “tatmin olmadığı”nı söylüyor ve değerlendirmelerinde de ikinci şıkkın ağır bastığı görülüyor.
Yüzde 40’ın altına düşüp, evvelce elinde tuttuğu belediye başkanlıklarından hatırı sayılır bir kısmını kaybetmek herhalde başarı sayılamaz.
Erdoğan bunun belli başlı sebeplerini izah ederken, “Tüm partilerin hedefi bizdik. Birçok medya gruplarına karşı mücadele verdik. Krizin olduğu bir dönemde bu seçimi yaptık. Hizmet siyaseti geçerli olmadı” gibi maddeler sıraladı.
Sonuçta özellikle krizin belirleyici olduğu kesin. Ama onun dışında, Erdoğan’ın zikretmediği 28 Şubat mağduriyetlerinin devamı, AB ve demokratikleşme sürecinin durması, devletçi ve milliyetçi çizgiye kayma, önceki seçimlerde verilen halk desteğinin iyi değerlendirilemeyip heba edilmesi gibi sebeplerin de altı çizilmeli.
Eğer esintisi bir miktar zayıflamış da olsa Davos rüzgârının ve seçime üç gün kala açıklanan Ergenekon iddianamesinin, azımsanmayacak bir seçmen kitlesindeki “Herşeye rağmen AKP” duygusunu güçlendiren tesiri olmasaydı, bu yüzdenin daha aşağıya inmesi işten bile değildi.
2002’de yüzde 34’le gelip, 2004’te 42’ye ve 2007’de 47’ye dayanmış bir partinin 2009’da yeniden 40’ın altına inmesi, her yönüyle iyi tahlil edilmesi ve ders çıkarılması gereken bir hadise.
İşin bir başka ciheti de şu: 22 Temmuz seçiminde AKP oy oranını arttırdı, ama milletvekili sayısı azaldı. 29 Mart’ta ise hem oy oranı geriledi, hem de elindeki bir hayli başkanlığı kaybetti.
AKP açısından alarm zillerini çaldıran, “İniş süreci başladı mı?” diye sorduran bir tablo bu, Başbakanın “Dersimize çalışacağız” sözüyle işaretini verdiği parti içi değerlendirmelerde bakalım bu hususların da üzerinde durulacak mı?
Peki, AKP gerilerken, karşısındaki muhalefet partileri bir “oy patlaması”nı başarabildiler mi?
Bazı münferit örnekler sayılmazsa, genelde hayır. CHP’nin de, MHP’nin de kaydettikleri artış iki-üç puanı geçmiyor. Aynı şey DTP için de büyük ölçüde geçerli. Kazandıkları belediye sayısını arttırmaları ayrı konu, ama genel oy dağılımındaki oranlar fazla bir ilerleme göstermiyor.
Meclis içi muhalefetin DSP ayağı da, kendi başına girdiği bu seçimde aldığı sonuçla, gerçek gücünün ne olduğunu bir defa daha sergiledi.
Meclis dışı muhalefete gelince: Hiç şüphesiz, hem bu kategoride, hem de genel anlamda seçimin en başarılı partisi, oylarını iki katından fazla arttırmayı başaran SP. Ve onun yanında, lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nu seçim öncesi trajik bir kazada kaybeden BBP. Özellikle SP’nin AKP aleyhine gelişecek yükselişi bir miktar daha devam edebilir, ama hangi sınıra kadar, belli değil.
Gelelim DP’ye. Süleyman Soylu’nun samimî ve canhıraş çabalarının da, partideki kan kaybını durdurmaya yetmediği ve hâlâ birşeylerin eksik olduğu görülüyor. 22 Temmuz’daki 5.4’ün bu seçimde 4’ün de altına inmesi bunun işareti.
Bilhassa Anadolu’nun belli yerlerinde teşkilâtlar canla başla, fedakârca, ihlâsla çalıştılar. Ama bu dinamizmin genel merkeze çok fazla yansımadığı; son kongrede oluşan yapılanmanın da, yıllardır birikip kronikleşerek partiyi buralara sürükleyen sorunların aşılmasına yetmediği; özellikle medyada yer alacak ve gündem oluşturacak çıkışlar yapılamamasının önemli bir problem olmaya devam ettiği bir defa daha görüldü.
Sonuç: 29 Mart, siyaseti tıkayan 22 Temmuz tablosunu değiştirmedi, ama AKP’ye esaslı bir rötuş yaptı ve belirsizliklerle dolu yeni bir süreç başlattı. Neler getireceğini ise yaşayıp göreceğiz.
31.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|