Türkiye ve İspanya’nın eşbaşkanlığını yaptığı Medeniyetler İttifakı Formu’nun İstanbul’da yapılması yerinde ve anlamlı bir tercih.
Formun sebebi, çatışmaların bertaraf edilmesi ve diyalog kapısının aralanmasıdır.
Eşbaşkanlardan Türkiye ve İspanya bugün iki ayrı kültür, inanç ve medeniyet havzalarını temsil ediyor.
Biri Doğu (Asya/İslâm) medeniyetinin, diğeri ise Avrupa (Hıristiyan) medeniyetinin sembol ülkeleri.
Gariptir, İspanya, zamanında Kur’ân medeniyetine beşiklik etmiş bir muhit.
İspanya toprakları, Tarık bin Ziyad’ın gemilerini yaktığı ve 750 yıl İslâm’a beşiklik etmiş bir belde. Yani İslâm’ın kültür ve irfanı, İspanya’yı yüzyıllarca kucakladı.
İspanya, aynı zamanda bir intikal bölgesi. Yani Doğu medeniyeti ve biliminin Batı’ya geçişinin tampon bölgesi. Kur’ân medeniyeti, Endülüs ve Sicilya yolu ile 12. yüzyıldan itibaren sistemli bir şekilde Avrupa’ya geçmişti.
Kurtuba Granada, Sevilla, Toledo v.b. birçok şehir ve kasaba, Müslümanların İspanya’da kurduğu yüksek medeniyetin izlerini taşır.
Dolayısıyla, eğer gizli başka niyetler devrede değilse, bu iki ülkenin Forum’a eşbaşkanlık yapması çok anlamlıdır.
Alman filozof Alfred Weber, ilim ve düşünce alanlarında Doğu’nun Batı üzerinde iki defa etkide bulunduğunu itiraf eder: Biri Doğu hikmetinin Mısır üzerinden Yunan’a geçmesi, diğeri Müslümanların 9. yüzyıldan itibaren Sicilya ve İspanya üzerinden Avrupa’ya sağladıkları bilgi intikali.
800 tarihinde Kayravan’da Aglebi hanedanınca kurulan Beytü’l Hikme bu ikinci bilgi intikalinin önemli merkezidir.
Dolayısıyla Avrupa’nın hem maddî bilgi birikimi, hem de manevî anlamda karanlık çağdan çıkışı bu İslâmî intikalle başlar..
Avrupa’daki Rönesans, aydınlanma, reform v.b. bütün süreçler bu intikalden sonraki tarihlere tekabül eder.
Fakat bugün iki medeniyet arasında maalesef bertaraf edilmesi gereken keskin hatlar ve çatışmalar var.
Yakın zamanda ölen Huntington’ın ortaya attığı Medeniyetler Çatışması tezi, 11 Eylül olayı, karikatür krizi, Irak / Afganistan v.b. birçok olay bu çatışmayı tetikleyen ana etkenler.
Rene Guenon’un dediği gibi, modern dünyanın bugün en anlamlı özelliği Doğu ve Batı arasındaki bu uçurumdur. Halbuki, böyle mi olması gerekirdi? Hayır!
Guenon’un sınıflaması ile İslâm uygarlığı (Yakındoğu), Uzakdoğu (Çin) ve Hint (Ortadoğu) uygarlıkları ile Batı uygarlığı arasında bir “orta yol” olabilir. (Guenon,1979 ; 35-37)
Teknoloji ve para gücünün esir aldığı Batılı aklı bunu görmelidir.
Said Nursî’nin vurguladığı gibi, Avrupa milletlerinin seciyelerine fazlasıyla işleyen mütehakkim bir duruş var. Hele yönetim mekanizmasını üstlenen aktörler tamamen bu hastalıkla melûl.
Gelişmeler karşısında elbette ki her medeniyet kendi varlık bilincini (ben idraki) koruma refleksini gösterecektir. Fakat, bu başka medeniyetleri vurma, kırma ve yok etme şeklinde tezahür etmemelidir.
Kur’ân medeniyeti, medeniyetler tarihinin harabeleri arasında sağlam bir kale gibi arz-ı endam ediyor… Hiç kimse bunu yok sayamaz. Önemli bir incelik nazarlardan uzak tutmamalı; teoriler ayrı, pratikler ayrıdır. Said Nursî itikad dairesi ile muamelat dairesinin karıştırılmaması gerektiğini söyler.
Biliyoruz ki, hangi medeniyetten olursa olsun, bütün insanlar yeryüzü küresinde yaşamak zorundadır. Öyle ise birbirimizi kabullenmek ve yekdiğerimize saygılı olmak zorundayız.
Sonra küreselleşme çağında yaşıyoruz. Bu olgu, çağın hâkim paradigmasıdır. Mekân algısı sıfırlandı. Bu durum küresel ideolojilerin sıfır merkezde durmalarını zorunlu kılar. Eğer bir medeniyet ideolojik bir gömleğe bürünerek kendi varlığını “ötekiler”e dayatırsa veya varlığını “ötekiler”in yokluğu üzerine ikame ederse, çatışmaya dâvetiye çıkarır.
Karşılaşan iki medeniyet, cebrî bir müdahale yoksa, zaten güçlü olanın galibiyeti ile sonuçlanır. Bu sosyo-kültürel bir kanundur ve tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur. Tarih felsefecisi İbn-i Haldun, “Mukaddime”sinde, “bedevî- hazarî” toplumları karşılaştırırken, somut verilerle bu hükmü doğrular.
Kur’ân medeniyeti, 1500 yıllık maziye sahip, güçlü bir medeniyet. Sağlam ayaklar üzerinde duruyor ve donanımlıdır. Bu medeniyet semavî ve nebevî referanslarından ötürü güçlüdür, fıtrîdir. Dolayısıyla kırılgan ve kaygan zeminlere sahip başka medeniyetlerle karşılaşmaktan korkmaz!
06.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|