Bediüzzaman’ın irtihalinden sonra kimi hâricî odaklarca ayrılık tohumları atılmaya başlanıyor ve bu fitne sebebiyle kimisi “Ben anladığım gibi hizmet ederim; gerisine karışmam!” diyor, kimisi de evine çekiliyordu. Birkaç kişi de, “Ben Üstad’ın vekiliyim!” diye ortaya çıkmıştı.
Zübeyir Ağabey, vefatına kadar, Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebine aykırı bütün hareketlere müdahale etti; mesele çıkan yerlere gitti; aylarca oralarda kalarak çözüm buldu, büyük inşikak ve ihtilâfları önledi. Şu sözü meşhurdur:
“Kardeşim bütün mesele sadakattir. Asıl sadakat da mürşidin vefatından sonra belli olur. Sarsılacak mı, sarsılmayacak mı? Şahsî dâvâya girecek mi, girmeyecek mi?”
Nur’un Kur’ân dâvâsını yaymak, sistemini yerleştirmek, cemaati canlı tutabilmek, meslek ve meşrebi muhafaza etmek için devamlı “ek, ilâve” anlamında olan “lâhika mektupları” neşrederdi.
Zübeyir Gündüzalp’in ilk işi, Ankara’da “meşveret sistemini” kurmak oldu. Sonra İstanbul’a geçerek, hizmetleri derleyip toparladı. Atabey’den Tahirî Mutlu Ağabeyi de çağırdı, devamlı onunla meşveret ederdi. Nur Talebelerini harekete geçirerek, hizmetin meşveret ve neşriyat—Yeni Asya gazetesi dahil—ekibini kurdu, sistemi oturttu, dağınık olan cemaat fertlerini topladı.
“Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez!” prensibini çok iyi özümseyen Zübeyir Gündüzalp, ne tasavvufvârî, ne siyâsî, ne sâir kıyam ve isyan hareketlerine asla geçit vermedi. Yanlışlık ağabeylerden de gelse karşısında durdu, mihenge vurdu. Kimi mihraklarca görevlendirilip kullanılan ve Nur dairesine sızmaya çalışanları Risâle-i Nur’un mihengine vurarak tesbit eder ve “Bu dâvâya zarar vermene müsaade etmeyeceğim!” derdi.
Bediüzzaman Said Nursî’nin 23 Mart 1960’ta irtihâli ve 27 Mayıs kanlı darbesinin ardından Nur Talebeleri, kısa bir müddet şaşkınlık yaşamıştı. Değişik hizmet tarzları ortaya çıkmıştı. Ancak cemaat “Her meselemizde emir, Risâle-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin (talebelerin) ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var”1 prensiplerince kısa zamanda toparlandı. Üstadın hizmetkârları bir araya geldi, meşvereti tesis etti.
Bediüzzaman, Risâle-i Nur mesleğinin esasının kardeşlik olduğunu, “peder ile evlât, şeyh ile mürid” arasındaki vasıtalar olmadığını ifade ederek2, Peygamber Efendimize (asm) ittibâen yerine halife bırakmaz. Zaten, şahıs, lider, imam, şeyh, hoca endeksli bir yapılanmayı değil; istişareye/çoğunluk esasına dayalı sistemi benimsemiştir. Şahısları aradan çıkarmış, düşünce, fikir endeksli bir model geliştirmiştir. Üstad’ın “Nurun kumandanı ve kahramanı” diye vasıflandırdığı Zübeyir Gündüzalp, ağabeyleri ve farklı görüşte olanları bir araya toplar. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Bayram, Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi Nur Cemaati’nin ileri gelenleriyle Risâle-i Nur’un meslek, meşrebine uygun meşveret sistemi teşekkül eder. Bu sisteme sâdık Nur cemaati, Zübeyir Gündüzalp ekolü olarak temâyüz eder. Günümüze kadar da “Yeni Asya” çatısı altında sadakat ve metanetle devam eder. Bu ekol, Risâle-i Nur’u bir bütün olarak ele alır; Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebini “tam sadakat ve metanet”le muhafaza eder. Zaten her şart ve vasatta birinci gayesi, Üstad’ın meslek ve meşrebine sadık kalarak Risâle-i Nur’u neşretmektir.
Risâle-i Nur’un meslek ve meşrep prensipleri ortadadır. Gerçeği arayan insaflı hakperestler meseleyi tahkik eder, mihenge vurur. Ölçüsüz, mihenksiz, delilsiz iddiâlar şayan-ı istima değildir; dinlenilmemeli.
Dipnotlar:
1- Hizmet Rehberi, s. 175.; 2- Lem’alar, s. 166.
03.04.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|