"Gerçekten" haber verir 03 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Dinlemeden delil olmaz mı?

“Ergenekon” adı verilen terör örgütüne yönelik soruşturma sürecinde dinlemelere takılan konuşmaların ceza muhakemesinde bir delil olarak kabul edilip edilemeyeceğine ilişkin birçok görüşün ileri sürüldüğüne şahit oluyoruz. Aralarında Vural Savaş’ın da bulunduğu hukukçular telefon dinlemesi ile elde edilen kayıtların sanıklar aleyhine delil olarak kullanılamayacağını, bunun özel hayata gizlilik anlamına geldiğini, devletin özel hayatı ilgilendiren konularda bu kadar geniş çaplı bir otorite ve kontrol alanı kuramayacağını ileri sürüyorlar. İlginçtir ki bu dâvâda yargılanan sanıklardan bazılarının Türkiye ve KKTC genelinde birçok dinleme ağı kurduğu, bunları muhafaza ettiği de kamuoyuna yansıyan iddialar arasında. Bu da bir vatandaşın başka bir vatandaşı dinleme hakkını ve cesaretini nerden aldığını, dinleyen ve dinlenenden geçilmeyen bir ülkede yaşadığımız ihtimalini akla getiriyor. Burada dikkate değer bir ayrıntı var. O da şu: Telefon dinlemeyi hukuka aykırı bir delil olarak değerlendirenlerin içinde siyasî parti kapatma dâvâsı açarak demokrasi ve özgürlük ile olan ilişkisini ortaya koyan, dahası Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecindeki totaliter süreci modernleşme olarak kabul eden hukukçular da var. Otoriter Türk modernistleri belki de ilk defa özel hayatın gizliliğinin dokunulmazlığından ve demokratik bir ülke özleminden bahsediyorlar.

Telefon ve diğer iletişim vasıtalarıyla yapılan görüşmelerin dinlenebilmesi ve kayıt altına alınabilmesi 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi” başlıklı 135. maddesinde düzenlenmiştir. Yasaya göre “Bir suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe olması ve başka türlü delil elde etme imkânının bulunmaması halinde şüphelinin veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinlenebilir, denetlenebilir ve kayıt altına alınabilir.” Bütün suçlar için dinleme kararı da verilemiyor. Göçmen kaçakçılığı, kasten öldürme, kaçakçılık, cinsel saldırı, silâhlı örgüt suçları gibi ağır ceza gerektiren suçlar hakkında dinleme kararı verilebiliyor.

Dinlemenin insan onurunu hiçe sayan, insanlara bir akvaryumda yaşadığı hissini uyandıran baskıcı vasfı görmezden gelinemez. Dinleme, “el koyma,” “arama,” “yakalama” ve “gözaltına alma” da olduğu gibi şüphelinin bizzat içinde bulunduğu, haklarının farkında olduğu bir yöntem de değildir. Dinleme korkusu yaşayan her birey düşüncesini, eleştiri gücünü, medeni cesaretini yitirmeyle de karşı karşıyadır. Dinleme yalnızca yasada belirtilen suç tipleri için başvurulabilecek bir yöntem olmasına rağmen bunun kontrolünün mümkün olmayışı sadece suçlularda değil bütün herkeste korku uyandıran olgulardan birisi. Hele Türkiye’de, devletin sürekli düşman ürettiği bir ülkede bunun yansımaları daha da vahim. Siyasî iktidar değiştikçe dinlenenlerin de değişebileceği bir ülkede yaşıyoruz çünkü.

Türkiye’nin bir BBG evi olmaması. Bu herkesi ilgilendiren bir sorun.

Telefon görüşmelerinde geçen konuşmaların, darbe iddialarının, hükümeti devirme ve Türkiye’de kaos meydana getirme anlamına gelen diyalogların, hakaretlerin ve tehditlerin gerçek olma ihtimalinin suçlularda oluşturduğu panik hali de dinlemenin suçluyla mücadele etmedeki rolünü gösteren bir olgu. Telefon kayıtlarının üzerini kapatmaya çalışmak, şüphelinin yalnızca lehine olan hususları göstermeye çalışması, aleyhine olan delilleri yok etme isteği ceza muhakemesinde “delil karartma” veya “delilleri yok etme şüphesi” anlamına gelir.

Dinleme de tıpkı arama, el koyma, yakalama ve gözaltına alma gibi yöntemlerde olduğu gibi kötüye kullanıldığı andan itibaren insan onurunu, adil yargılanma hakkını, suçsuzluk karinesini yerlebir eden bir delil toplama aracı. Dinlemenin gizliliği de şüphe ve mağduriyet duygusunu güçlendiren bir faktör. Ancak bu dinlemenin “suç ve suçluyla mücadele aracı” olma yönünü ortadan kaldırmaz. Gizlilik içinde işlenen ve başka türlü ortaya çıkarılması mümkün olmayan suçlardaki işlevi de görmezden gelinemez. Alman Federal Yargıtay’ı bir kararında “sanığın kişilik hakları ile adalet mekanizmasının fonksiyonlarını icra etmesi konusundaki toplumsal menfaati karşılaştırmış ve ağır suçlarda sanığın kişilik haklarının geri planda kalması gerektiğine karar vererek dinleme yoluyla elde edilen delilleri hukuka uygun kabul etmiştir. Bu uyuşmazlık Federal Anayasa Mahkemesine intikal etmiş, bu mahkeme de “yapılan kayıtların özel hayatın en gizli, çekirdek alanına dahil olmadığına” hükmederek hukuka aykırılığı iddia edilen delillerin hüküm verilirken kullanılmasını kabul etmiştir. (Bkz. Ceza Muhakemesi Hukuku, Prof. Dr. Nurullah Kunter, Beta Yayınevi, s. 1064)

Ergenekon iddianamesinde dinleme yoluyla elde edilen telefon kayıtları önemli bir yere sahip. Bu dâvâda mahkemenin dinleme kayıtları ile ilgili nasıl bir karar vereceğini, bunları hükme esas alıp almayacağını, Yargıtay’ın bu konuda nasıl bir içtihat geliştireceğini göreceğiz. Eğer Türk yargısı dinleme kayıtlarının delil olarak kabul edilemeyeceğine karar verir ve hükme esas almazsa iddianamenin bir hayli zayıflayacağını görmek zor değil. Bu yüzden telefon dinleme üzerine başlatılan spekülasyonların iddianamenin muhtevasını boşaltmaya yönelik yargı dışı bir savunma refleksi olduğunu düşünmemek elde değil. Burada belirleyici etken Türk yargısının “kişisel menfaat” ile “kamusal menfaat” arasındaki ayrımı hangi kriterlere göre belirleyeceğinde yatıyor. Tartışmanın olumlu yanı da var. Masumları kolluğun inisiyatifine terk etmeyen bir ceza muhakemesinin oluşmasına katkıda bulunan totaliter modernistlerin varlığı da hukuku güçlendiren ve bizleri umutlandıran önemli bir gelişme. Tabiî ki samimilerse ve gerçekten suçun cezalandırılmasını istiyorlarsa…

FEYZULLAH CİHANGİR

03.04.2009


Öyle hoş ki!

Yıl, bin dokuz yüz yetmiş yedinin ilk ayları.

Yer: Van ilimiz.

Bilinen o meşhur “Van depremi” olmuş, yer yerinden oynamış.

Van ve çevresini etkileyen; Özalp, Muradiye, Erciş ve Çaldıran’dan tut, tâ Ağrı'nın Diyadin ilçesine kadar uzanan deprem kuşağı ciddî hasarlı, zâyiatlı.

Can kaybı, mal kaybı ziyâdesiyle…

Açıklanan resmî rakamlara göre ölü sayısı 3 bin 840, rivayetlerde 10 bin. Yaralının ise haddi hesabı belli değil. Tabiî, bu gibi âfetlere sadece maddî cephesinden bakmak pek isabetli olmuyor.

Biliyoruz ki, herşey gibi felâketler de Cenâb-ı Hakk’ın emri dairesinde cereyan ediyor. Ve depremzedenin zâyî olan malları onların hakkında sadaka olarak değerini bulurken; İlâhî makamda, kaybolan canlar da esasen kaybolmuyorlar; yüksek bir mevkiye ulaşıyorlar yani şehit oluyorlar.

Kitaplar böyle diyor.

Devletimizin ve dünyanın eli, Van’da.

Aynî, nakdî yardımlar; o bölgede yaşayan bir kısım insanın hayâl bile edemeyeceği âlet edevat, eşya bol miktarda. İşte böyle günlerden bir gün, Muradiye ilçesine bağlı köylerden bir köyün muhtarı, köyüne tahsis edilen istihkakı götürmek üzere âfet şantiyesine geliyor.

Günlerden Pazar.

Mevsim kış ve bölgede ciddî seviyede kar var.

Yardım malzemesini taşıyacak olan kamyonun görevli şoförü, endişeli. Şoför, muhtara soruyor:

“Muhtar!” diyor. “Yollar ne durumda, gidebilecek miyiz?” Muhtar, şöyle arkasına doğru bir kaykılıyor. Kendinden emin bir edâ ile:

“Öyle hooş, öyle hoş” diyor.

“Eh, mesele yok öyleyse” diye düşünüyor kamyonun şoförü. Yola koyuluyorlar.

Tipi, fırtına gani; yerdekini göğe savuruyor rüzgâr. Ama varsın olsun. Nasıl olsa kar makineleri çalışıyor, sürekli yollar açık tutuluyor ya.

Kamyonun şoför mahallindeki muhtarla birlikte hayli yol kat edildikten sonra “Aşağı” ve “Yukarı” tanımıyla birbirinden ayrılan aynı adlı iki köyden “Aşağı” olanı geçiliyor.

Tekerleklerde zincir, dışarıda tipi, varılması gereken köye yani “Yukarı” tanımlı olanına az bir mesafe kalı-yor; ama bu arada köye giden yol, iz kayboluyor.

Şoför tedirgin, muhtar ısrarlı!

Zorlanan kamyonla o yolsuz yolda biraz daha yol alınıyor fakat, netice berbat: Kamyonun dört tekerleği de dingillerine kadar gömülüp kalıyor. Uğraştıkça batıyor, uğraştıkça batıyor.

Meğer, önceden bir parça eriyen karlar yolu yumuşatmış, yolun çukur olan bu bölümünü bataklığa döndürmüş. Üstüne tekrar yağan karlar ve fırtına ise yolu setretmiş, görünmez hâle getirmiş.

Öyle hooş, öyle hoş olmuş ki!

Netice-i kelâm:

Bir hâtıra oldu, o gün; benzerleri pek çok bugün!

O günleri, ne o köy, ne de güzel ülkemiz bir daha yaşamaz İnşaallah.

Günümüzde de siyasî, ekonomik, sosyal “hoş”luklar(!), hoşnutluklar yok değil. Batmak için çamura, çok sebepler türedi.

Ne yaparsın, dünya bu! Bata çıka gidilir…

ALİ RIZA AYDIN

03.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis