Amerika’da nöbet değişimiyle, dünyanın birçok yerinde değişimlerin art arda gelmesi elbette kaçınılmazdı. Bazen kaideli, bazen sistem dışı ve çoğu kez de gizliden başlayan yeni süreçleri zamanında takip etmek kolay olmuyor. Meselâ bizdeki “Ergenekon” vakıasının Amerika’daki ekip değişimiyle irtibatlı olduğunu söylememize bazı dostlarımız tepki gösterdiler. Amerikalı neocon ve neoliberallerin arasındaki itiş kakışı AKP’nin başarı hanesine yazmaya kalkışanlar, belki de oyunun farkına ancak varabilecekler. Demokratlar safında görünen, çizgi olarak neoconların felsefesini savunan fakat usûlde biraz daha derinden ve konjonktürel davranan bu yeni ekibin Türkiye üzerinde verdiği kavga fevkalâde önemlidir.
Neoliberallerin ileri gelenlerinden George Soros, gazetelere Bush aleyhine ilân verdiği günlerde de yine Bush ile beraberdi. Onun Açık Toplum Enstitüleri vasıtasıyla Tiflis ve Bratislava’da George Bush’a takdim ettiği onbinlerin mahiyetini, ancak neoliberallerin düşünce olarak neconlarla birlikte olduklarını bilenler, görebildiler. Cumhuriyetçiler arasında Paul Wolfowitz ve Cheney üslûbuyla boy gösteren zihniyet, demokratlar mabeyninde Soros ve diğer neoliberaller tarafında tezahür eden zihniyetlerin en belirgin özellikleri; dinsiz, materyalist, ahlâksız ve kaosa taraf olmalarıdır.
Obama’nın Ortadoğu ve İslâm âlemine yönelik siyasetlerinin insanlık açısındaki başarısının Türkiye’deki demokratik gelişmelere bağlı olduğunu söylememiz mübalâğa olmaz, kanaatindeyiz. Cumhuriyetçilerin ortayerde bıraktığı enkaz, kaos ve düşmanlığa karşın, neoliberallerin harekete geçtiğini; “Yeni Osmanlılar Projesi” ile Erbil’de yapılan toplantılarının da bu program çerçevesinde icra edildiğini söyleyebiliriz. Neoliberallerin apar topar hükümetin eline tutuşturduğu şu projelerde, Türkiye’nin hiçbir inisiyatifinin de bulunmadığını vurgulamakta fayda görüyoruz. Turuncu devrimlerin Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da tıkandığını elbette okuyorsunuzdur. Türkiye’nin başrolde oynayacağı bir projenin aynı zamanda neolibarellerin kurtuluşu olduğunu da unutmamak gerekiyor. 12 Eylül ve 28 Şubat askerî ihtilâllerinin oluşturduğu siyasî manzaranın yavaş yavaş normale dönmesiyle ancak harekete geçebilecek olan Obama hükümetinin yolunu, şimdilik AKP ve neolibareller tıkamışa benziyor. Amerika’nın yeni hükümeti bu tıkanıklık karşısında güçsüz kalırsa, ister istemez neoliberaller devreye gireceklerdir. Zaten şimdilik devrede bulunan bu kaosçuların ümitsizce geriye çekilmelerinin, Türkiye’nin normalleşmesine bağlı olduğunu vurgulamak istiyoruz.
Türkiye’deki yerel seçimler, durumumuzun vehametini daha da net ortaya koydu. 12 Eylül ve 28 Şubat siyasetlerini icra etmek zorunda kalan AKP’nin şarktaki gayretleri boşa çıkmıştır. Askerlerin kendilerine sundukları “Atatürk Milliyetçiliği” ülkeyi ırkçılık noktasında hiç de hoş olmayan bir pozisyona sürükledi. Türkçülük adına Orta Anadolu ve Batıda birçok şehirde ırkçıların seçimi kazanması ile alenî bir şekilde neoliberallerce organize ve finanse edilen Kürt partisinin doğudaki başarısı, Millet yerine ihtilâlcileri dinleyen AKP kadrolarına tarihî veballer yükletmiştir.
Avrupa’daki göçmenlere ve işçi olarak gelip yerleşenlere karşı kullanılan plânlarla Türkiye siyasetine müdahale eden neoliberallerin başarısı, ancak İttihad ve Terakkî komitesinin istibdadını aratmayan Kemalist istibdatla devam ettirebilinir. Osmanlıyı dağıtan o menhus ruha benzeyen bir menhus ruhun 12 Eylül ve 28 Şubat labirentleriyle milleti bunaltmaya çalıştığını da artık herkes görebilir. Milletin bunaltılması diyoruz, zira Türkiye düşmanlarının ırkçı Kürtçü parti ile yakmak istedikleri ateş, yalnızca doğuyu tehdit etmiyor. Et ile tırnak gibi birbirinde erimiş Anadolu’nun büyük şehirlerini ve hatta Batı Anadolu’yu da hedef alan bu fitne ancak ve ancak deccal, süfyan, yecüc ve mecüc kelimeleriyle izah edilebilinir. Yani hedefleri yalnızca bozma, tahrip etme ve fitne çıkarma olan bu projeleri, zararımıza olan diğer tarihî projelerle karşılaştırma şansına sahip değiliz. Avrupalıların ekonomide “çekirge sürüsüne” benzettiği bu projede çalışanların başarı hedefleri; yalnızca tahriptir. Savaşlarda ölen insanların çokluğu, yıkılan şehirlerin sayısı ve kaybolan servetin miktarı ile onlar başarılarını ölçerler. Yıkmak, bozgunculuk, öldürmek, ahlâksızlık, insanları cahil bırakmak ve savaş çıkarmak kelimeleri, sözkonusu fitnecilerin sözlüğünde müsbet mânâda kullanılırlar.
İşte böyle bir zaman ve ortamda, Türkiye demokratlarının seferberlik ilân etmelerinden başka çare kalmıyor. Türkiye’yi sevenler, insanlığı sevenler, Türk milletini ve Anadolu’daki bütün masum halkları sevenler mutlaka demokratik tepkilerle Türkiye’yi normal mecrasına çekmek zorundalar. Onların bu gayreti, Amerika’daki demokratları da ümitlendirecektir. Zira onlar da bilyorlar ki; dünyanın, Hıristiyanlık âleminin ve İslâm âleminin barışları Türkiye’den geçiyor. Bunu AB’nin şefleri bildiği kadar, bizi Ortadoğu ağalığına dâvet eden Friedmann da biliyor. Netice olarak necon ve noeliberallerin düşmanlığı Türkiye ile sınırlı değil, Türkiye’nin dahil olmak istediği AB’ye düşmanlıkları belki daha fazla görünüyor. Çünkü neocon ve neoliberaller her türlü müsbet medeniyetlere düşmandırlar.
10.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|