Almanya notlarımıza bugün de devam ediyoruz. Sabah kahvaltısından sonra aynı ekiple İşkence Müzesi’nin bulunduğu turistik şehir Rüdesheım’e doğru yola çıktık. Avrupa’yı dolaşan Rheın (Ren) nehrinin her iki yakasında ikişer hatlı geliş-gidiş tren yolu var. Fabrikaların çoğu nehir kenarlarında kurulmuş. Nehirlerde trafik çok işlek. İstanbul boğazı gibi…
Ren nehri dördüncü ayda taşar. Bunun için alternatif yollar yapmışlar. Yolu yukarıya vermişler. Almanya’nın yollarında çalışan kardeşimiz, “Bu yola öyle basit bir gözle bakma, en az iki metre kalınlığında beton dökülmüştür ve üstüne de 20 santim asfalt!” dedi.
Rüdesheım’in daracık sokaklarını geziyoruz. Çok sayıda meyhane var ve meyhanelerin bodrumları şaraphane. Hatta, kiliselerin bodrumları bile… Kiliseler, çok büyük şarap ticareti yapıyormuş…
İşkence Müzesinde, tarih boyunca Engizisyon Mahkemelerinin, özellikle Katoliklerin diğer mezheptekileri çevirmek için yaptıkları işkence âletleri, cadıları yakma sehpaları, giyotinler, Haçlı askerlerinin kullandığı malzemeler de sergileniyormuş… Kapalı olduğu için içine giremedik. Ancak, daha önce ziyaret edenlerin anlattıklarıyla iktifa ettik.
Tepede yapılan 1877 Alman-Fransız savaşını sembolize eden anıttan Rüdesheım ve Ren nehrinin trafiği ise muhteşem görünüyordu.
***
Doğuda ve Yunanistan’da Hıristiyanlık yayılmaya başlayınca, Yunanlı papazlar, Eflâtun’un “menşe”ine dair fikirlerini, diyalektiğini ve sistemini Hıristiyan propagandasının gereklerine uydurdular. Yunan felsefesinin “teslis”i (üçleme), Hıristiyanlığın malı oldu. Bir taraftan da Eflâtun’un, madde için söylediği, “Bütün kötülüklerin kaynağı maddedir, beden ruh için bir mahpes, bir zincirdir” gibi düşüncelerini de geliştirerek, “ruhban” sınıfını ortaya çıkardılar.
Zamanla bu ruhban sınıfı her şeye hâkim oldu. Her geçen gün baskılarını arttırdı. Öyle bir noktaya dayandı ki, ilim adamı, mütefekkir ve ileri görüşlü olanları cezalandırmaya, sindirmeye ve ortadan kaldırmaya başladı. İşkence ve cezalar âdeta “Engizisyon Mahkemesi” adı altında kurumlaştı.
Katolik Kilisesi idam etmek üzere Galile’yi hapse attı, Kampanella’ya olmadık işkenceleri revâ gördü, Giordano Brüno’yu Roma’da, Vanini’yi Toulouse’da diri diri ateşte yaktı. Engizisyon Mahkemeleri 5 milyon insanı zindanlarda çürüttü, ateşe atıp kül etti. Kezâ, Cenevre’nin Protestanlarını, ilâhiyatçı hekim Michel Servet’i diri diri yaktılar. Yahudî hahamları Spinoza’yı taşa tuttu.
Modern düşüncenin kurucusu Descartes bile kilisenin baskısından kurtulmak ve fikirlerini hür bir zeminde yaymak için Fransa’dan ayrıldı ve Hollanda Cumhuriyetinde 20 yıl mülteci olarak yaşadı.
Avrupa’da din, fukara ve fikir ehlini ezen en büyük vasıtalardan biri oldu. Kilisenin yanlış düşünce ve uygulamalarını örtmek için habire baskı yapıyordu. Bunun akabinde Batı toplumu yüzyıllarca “din savaşları” vermek zorunda kalmış, 18. asrın ilk yarısına yorgun argın varmıştı. Düşünürler Kilisenin bu tutumuna baş kaldırdı. Protestanlık gün geçtikçe taraftar kazanıyordu. Katolikler protesto edildi. Tabiat ve fen ilimlerindeki gelişmelerden kuvvet alarak ve bütün medeniyetlerin enkazlarını gasbederek Rönesans gerçekleştirildi. Kilise, keşif ve îcadları dine aykırı sayıyordu. Hurafeler, ferd ve cemiyeti sarmıştı. İnsanlar gün geçtikçe kiliseden uzaklaştı. Aslında kilise, elindeki maddî-mânevî gücü kaybettiğini görmüştü. Hıristiyanlığın ruhânî reisleri, kâselisleri ve “aforoz” gibi müesseseleri kullanarak, güçlerini muhafazaya çalışıyordu.
10.04.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|