Bediüzzaman, Sünuhât isimli eserinde Avrupa’nın maddî kalkınmasının sebeplerinden birisinin “tabiî nakil vasıtası nehirler” olduğunu tesbit eder.
İlgili bölümü bilmânâ nakletmeye çalışalım:
Bu zamanın medenî engizisyonu, “Ey Müslüman, bak nerede bir Müslüman varsa diğerlerine nisbeten fakir, gafil, bedevîdir. Nerede Hıristiyan varsa, bir derece medenî, mütenebbih (uyanmış, uyanık) ehl-i servet / zengindir, demek...” demektedir.
Bediüzzaman, “Ey Müslüman! İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl. Yoksa mahvolursun!”1 dedikten sonra, Avrupa’nın üstün olmasının, biri maddî, biri mânevî olmak üzere iki sebebini açıklamaya devam eder:
“Umum Hıristiyanın kilisesi ve mâden-i hayatı olan Avrupa’nın vaziyet-i fıtriyesidir (yani coğrafyasıdır). Zira dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir (soğuktur).”
İşte Avrupa’nın maddî ilerlemesinin psiko-sosyolojik tesbitinin açılımı:
Avrupa, yeryüzünün ellide biri iken, fıtrî güzelliğinden dolayı nüfusun dörtte birini kendisine çekmiş. İlmen sabittir ki, nüfus, ihtiyaçları arttırır. Görenek gibi çok sebeplerle çoğalan ihtiyaçlar, dar olan Avrupa’ya sığmadı. İşte şu noktadan ihtiyaç, san’ata ve merak ilme ve sıkıntı sefahet vasıtalarına hocalık edip tâlime (eğitime, öğretime) başlarlar.
Sanat fikri, bilgi, ilim meyli çok nüfustan çıkar. (Ne kadar nüfus varsa, o kadar beyin, o kadar da fikir üretimi var.) Avrupa’nın darlığı ve deniz ve enharı (nehir, çay, ırmakları) az meyilli olduğundan ulaşım vasıtaları içinde dolaşıyor. Meselâ, Ren, Sey gibi nehirler, Avrupa’yı baştan sona dolanıyor. Bu da ticareti, tanışmayı, yardımlaşmayı ve işbölümünü getirmiştir. Tanışma ticareti; yardımlaşma işbirliğini; temas dahi fikirlerin birleşmesini, rekabet de yarışı doğurur.
İşte, ilmini, bilgisini, tecrübesini, ticârî malını gemiye bindiren nerede ise baştan sona Avrupa’yı dolaşarak ilim, fikir, tecrübe ve mal alışverişinde bulunuyor, hem zenginleşiyor, hem zengin ediyor.
İğneden ipliğe, sanayi doğuran demir madeni, en çok Avrupa’da çıkıyor. (AB, kömür ve çelik birliği olarak kurulmuştu.) Bu, teknoloji ve silahları geliştirmelerine, bu da dünyanın bütün medeniyetlerinin mahsulünü gasbedip yağmalamalarına sebep oldu.
Hem de herşeyi geç almak, geç bırakmak şânından olan dengeli soğuk, metanetle çalışmalarına sebep oldu ve medeniyetlerini devam ettirdi. Devlet yapılanmasını ilme dayandırdılar; yani, psiko-sosyal yapılarına göre yapılandırdılar. Mütekabil kuvvetlerinin çarpışması, gaddarane istibdatlarının (baskının) tacizi, engizisyonâne taassuplarının aksülâmel yapan tazyikatı, mütevazi unsurlarının rekabetle müsabakatı, Avrupalıların istidatlarını inkişaf ettirip meziyetleri ve milliyet fikrini uyandırdı.
Dünya çapında bir sosyoloğumuzun, bu dersi dinledikten sonra, “Yeniden Bediüzzaman’ın dizinin dibine çöküp sosyoloji dersi almak lâzım” dediği rivayet edilir.
Wiesbaden ve Küçük İstanbul
Almanya’ya gitmişken ve 10 günlük bir zaman dilimi varken; tarihî şehirlerinden birisi olan Wiesbaden’e gitmemek olmazdı. Gerçekten Alman mimarisini yansıtan binaları, köşkleri, kiliseleri ile göz kamaştırıyor. Savaşta teslim oldu, tarihi binaları yıkılmaktan kurtuldu!
Süleyman Efendinin talebelerinin, kiliseden camiye çevirdikleri muhteşem merkezlerini de ziyaret ettik. Hem erkekler, hem bayanlar, hem çocuklar, hem de gençlerin ibadet ve Kur’ân öğrenimi için kullandıkları bu ferah müessese, eskiden bir ailenin kilisesi imiş. Sonradan satmışlar. Ancak, yine de küçük bir mekânı kendilerine bırakmışlar.
Caminin imam-hatibi ve cemaati ile sohbet edip, hizmetleriyle ilgili bilgiler aldıktan sonra, Küçük İstanbul diye nam yapmış olan caddeyi gezdik. Baştan sona Almanca-Türkçe karışımı dükkân isimleri… Ne var ki, aralarında bir tane bile Alman yok! Zira, orada tutunamaz..
Tuhaflığa bakınız ki, Türkiye’de, bilhassa İstanbul’daki bir çok mağazanın ismi yabancı (İngilizce), Almanya’daki Küçük İstanbul caddesindeki işyerlerinin ismi Türkçe!
En çok dikkatimizi çeken “Helal et!” kasapları ve lokantaları… İslâmî usullere göre et kesimi yapılıyor. Divan Welleristr restoran sahibi Adil Yıldız, “Yine de dikkatli olmak gerekir. Bu civarda, 15-20 restoran var, ancak, dört-beşinde gerçekten helâl et kullanılır! Alman televizyonu ZDF, dönerler üzerinde bir araştırma yapmış, yüzde 98’inde domuz eti kullanıldığını tesbit etmiş! Adam, Türk ismi vermiş, Türkiye’den gemli, ama ya ateisttir, ya Süryani’dir veya gayr-i müslimdir. Helâl olan dönerlerin de yüzde 50’si dana, yüzde 50’si hindidir” şeklinde ikazlarda bulundu.
Dipnot: 1-Sünuhat, s. 76-78.
09.04.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|