Kapitalizm artık dikiş tutmuyor
ABD’nin baskısıyla, Londra’da toplanan 20 büyük ülke temsilcisi, durgunluktan çıkmak amacıyla toplamı 1 trilyon doları bulan bir canlandırma paketi konusunda anlaşabildi. Doğrusunu söylemek gerekirse, ABD ile Avrupa’nın üzerinde mutabakat sağladığı bu planın hiçbir orijinal yönü bulunmuyor; çünkü krizin temelinde yatan gerçek nedenleri yok sayıyor, es geçiyor.
Sürmekte bulunan krizin kapitalizmin yaşam tarzı haline getirdiği israf ve savurganlıktan doğduğu ve beslendiği açık bir gerçek. Bu hakikat, şartlanmamış, aklı başında namlı ekonomistler tarafından da görülüyor, kabul ediliyor ve sıkça dile getiriliyor.
Ancak, önlemlere baktığımızda, israfın yol açtığı felaketin, yine israfla sona erdirilmek istendiğine şahit oluyoruz. Paralar saçılıyor, yetmeyince, fazlası ve daha fazlası dağıtılıyor. Ulaşılan manzara şöyle: Devlet bankalara sermaye adı altında bedava para veriyor, onlar da bu parayla, şirketlere borç vermektense, kamuya sıfır riskli kredi vermeyi yeğleyip, Hazine bonosu alıyor ve yine toplumun sırtından zahmetsiz ve haksız kazanç sağlıyorlar. Fakat, trilyonlar akıtıldığı halde, hâlâ somut bir sonuç alınamıyor. İnanılmaz derecede gayri ahlakiliğin kol gezdiği banka ve finans sektörüyle bireylerin ve reel sektör şirketlerinin bir arada yaşaması, işbirliği yapması neredeyse olanaksız. Mevcut rejimin “olmazsa olmazı” bankacılık ve finans olduğuna göre, sistem bu noktada çatırdıyor. Batan şirketler için şu ana kadar yapılabilen müdahale; ikramiye ve primlerin (ABD ve Fransa’da) devlet eliyle sınırlandırılmasından ibaret. ABD ve Avrupa’da birçok dev kuruluşun sermayedarı artık devlet. Şu tuhaflığa bakın ki; kapitalizm, kendini inkar ederek, savaş halinde olduğu devlet ve devletçilik sayesinde ayakta durmaya çalışıyor.
İnsandaki kazanma arzusunu sonuna kadar tahrik eden kapitalizmin bu konuda hiçbir sınır tanımadığı, ahlak ve etik faktörünü tamamen dışladığı her gün yeni yeni olaylarla, skandallarla kanıtlanıyor. Devlet yöneticileri ise, her zamanki gibi palyatif (geçici) önlemlerle gittikçe sert esen kriz fırtınasını atlatmaya nafile yere çabalıyorlar. Ancak, ekonomi yönetimi acemilerin (ABD Başkanı bile olsa) zannettiği gibi; para saçarak sorunların halledilebileceği bir alan değil. Ciddi ekonomi yazarları şimdiden ABD bütçesindeki dev açıkların hiper enflasyona yol açabileceğini ve her şeyin kontrolden çıkarak, memurlara günde üç kez maaş ödenen, bir ekmeğin bavul dolusu parayla alındığı 1922 Almanya’sını bile aratacak bir enflasyon ihtimalinden bahsetmeye başladılar. Neresinden bakarsanız bakın, kapitalizm artık iki ucu pis bir değneğe döndü.
Öte yandan, toplum bilimci Profesör Yusuf Kaplan’ın işaret ettiği gibi, insanlık, daha önce hiçbir devirde ve hiçbir ülkede olmadığı kadar tek bir medeniyetin hâkimiyeti altında. Batı medeniyeti; zihniyeti, teorisi, uygulaması ve bütün kurumlarıyla dünyada eşi benzeri görülmemiş şekil ve kapsamda egemenliğini kabul ettirdi, pekiştirdi. Japonya’nın Batı’ya ekonomik, ticarî ve askerî bağımlılığı ortada. Eski medeniyetlerden Hindistan ve Çin artık direnmek bir yana Batı dünyasıyla kader birliğine çoktan razı oldu.
Batı’ya alternatif olabilecek tek medeniyetin sahibi İslam dünyası ise, mahmurluktan hâlâ silkinemedi. Halbuki, temeli de çatısı da çürük Batı kurgulu ekonomi öğretisi yerine, Üstadın, iktisadı kainatın şaşmaz kanunlarına bağlayan yazıları elimizin altında; bunlarda makro ekonominin sınırları çizilmiş, mikro ekonominin en önemli ilkeleri vaz’edilmiş. Batı’nın insanlıksız, hastalıklı “homos economicus’unun” hangi ruhi ve psikolojik özelliklere sahip olduğu sarahatle anlatılmış. Kapitalizm ve sosyalizm dışında üçüncü yolun bütün parametreleri O’nun kalemiyle istifademize sunulmuş. (“İktisat Risalesinin Güncel Yorumu” kitabımız) Kapitalizm tıkandığına göre, Üstat tarafından 70-80 yıl önce kurgulanan üçüncü yolu ayrıntılandırarak ön plana çıkarmamız gerekmez mi?
Sami Uslu
Zaman, 8.4.2009
|
09.04.2009
|