Geçen dönemde Türkiye ne yazık ki Bush Amerika’sının müttefiki bir görüntü verdi. Irak işgali öncesinde bile ABD taleplerini karşılamaya can atan bir tavır sergiledi.
Ama 1 Mart tezkeresinin Meclisten dönmesi bu görüntüyü kamufle ederek bizi kurtardı. Gerektiğinde ABD’ye kafa tutan bir ülke imajıyla dünyanın her yerinden takdir görüp alkışlandık.
Her ne kadar iktidar, oylama öncesinde tezkerenin kabulü, sonrasında da ABD’yi kızdıran bu neticenin “telâfi”si için çok çırpındıysa da, ilâhî takdir ve tanzimle ortaya çıkan sonuç bizi işgal ve savaşın ortağı olarak görülmekten kurtardı.
Öyle ki, bilâhare Irak’taki işgal güçlerinin bilumum lojistik ihtiyaçları Türkiye üzerinden karşılandığı halde, bu durum dahi göze batmadı.
Ancak her halükârda Bush Amerika’sı ile verilen içli dışı görüntü Türkiye için bir handikaptı.
Ve şimdi ABD’nin başkanlık koltuğunda Bush yerine Obama oturuyor. Yeni Başkanın en âcil ve önemli ihtiyacı, selefinin bıraktığı enkazı olabildiğince temizleyip, geçen dönemde dibe vuran ABD imajını düzeltmek ve yeniden parlatmak.
Bu fasıldaki öncelikler listesinin başında da Türkiye ve İslâm dünyası ile ilişkilerin düzeltilmesi geliyor. Obama’nın Kanada’dan sonra ziyaret ettiği ikinci ülkenin Türkiye olması bundan.
Ancak ilişkilerin düzelmesi pek kolay değil.
Çünkü İslâm dünyasında uzun yıllar ABD’nin dahliyle büyüyen, Bush politikalarıyla ise iyice kronikleşen son derece sancılı kriz alanları var:
İsrail-Filistin, İran, Suriye, Irak, Afganistan...
Bunlardan özellikle Irak’la Afganistan, şu an için en fazla öne çıkan sorunlu ülkeler. İkisinde de sıkıntının bu boyutlara erişmesinin sorumlusu ise, Bush’un uyguladığı mâlûm işgal politikaları.
Şimdi Obama, “Kötü bir fikirdi” dediği Irak işgalini sona erdirip ABD askerlerini oradan çekmeye hazırlanıyor. Bu noktada, çekilmenin Türkiye üzerinden gerçekleşmesi için bizden kolaylık ve yardım istiyor. Ve görünen o ki, bu talep, görüştüğü muhataplarından olumlu karşılık buldu.
Tabiî, işgal öncesi verilecek destekle çekilmeye sağlanacak kolaylık farklı şeyler. Ve Bush Amerika’sının yerini artık Obama Amerika’sının almış olması da hayli önemli bir fark oluşturmakta.
Ama çekilmek için dahi olsa ABD askerlerinin, tanklarının, zırlı araçlarının karayollarımızda uzun konvoylar oluşturması; Türk üslerine inip kalkan ABD uçaklarıyla limanlara yığılan ABD gemilerinin görüntüleri hoş karşılanmayacak.
Zira Türkiye ABD’nin üssü olarak algılanacak.
Afganistan meselesi daha da sıkıntılı. Nazarlar Irak’a yöneldiği için gölgede kalan Afganistan da 11 Eylül sonrasında bir savaş alanı haline geldi.
Yine ABD ve İngiltere askerlerinin başı çektiği NATO güçleriyle Taliban arasındaki savaş kıyasıya sürüyor. Ve dahası, Pakistan’a da sarkıyor.
Afganistan ve Pakistan’da Taliban’ı vurma gerekçeli bombardımanlarda binlerce sivil ölürken, işgal güçlerinin komutanları çoktandır Taliban’la baş etmenin zorluğundan, hattâ imkânsızlığından dem vuruyor ve “Masaya oturup anlaşmamız lâzım” gibi açıklamalar yapıyorlar.
Bush’un 11 Eylül sonrası bir numaralı hedef ilân ettiği halde görevden ayrıldığı âna kadar izini bulamadığı Usame bin Ladin ise, ne olduğu ve nerede bulunduğu meçhul bir hayalet olarak Obama’nın da gündemine intikal etmiş vaziyette.
Ve Pakistan’a da sıçrayan boyutuyla Afganistan’daki durum hem Obama, hem de Türkiye için tehlikeli bir tuzak. Usame’yi yok edip Taliban’ı yenme gerekçesiyle Türkiye’den çok sayıda muharip asker talep edilmesi ise, bu tehlikenin bizim açımızdan en riskli ve de sakıncalı tarafı.
Dize getirilemeyen Taliban’ın karşısına Mehmetçiği dikme hesabı ve bu eksende alevlenecek savaşta bilhassa sivil kayıpların artması, bizi altından kalkamayacağımız sıkıntılara sürükleyebilir.
*Dünkü yazının yarım çıkan son cümlesi:
“İki Amerika”nın kendi içindeki mücadelesi sürerken, çok dikkatli ve temkinli olunması şart.
09.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|