Konuşma ve yazma dilinin sürekli bozulduğu ve bozulmanın devam ettiği ülkelerden biri de herhalde Türkiye’dir. Öyle ki, değil asırlar önce ecdadımızın yazdığı eserleri, neredeyse 30 yıl önce yazılanları dahi anlamakta zorluk çekiyoruz.
Dilimizin bozulması elbette tesadüfî değildir. Özel bir planla yapılmakta ve dilimizi bozanlar bir anlamda gizli ya da açık teşviklerle desteklenmektedir. Sebebi basittir: Konuştuğumuz dil, ‘din’imizle irtibatlı kavramları kullandığı için birilerinin işine gelmiyor. Yeni icad edilen kelime ve kavramların ise mânevî değerlerden tamamen uzak olduğu ortada.
Şaşırtıcı olan, dildeki bozulmadan şikâyet edenlerin de bu durumu teşvik etmesidir. “Eyvah, dedelerimizin konuşmasını anlayamaz hale geldik” diyenler de zaman zaman ‘argo’ kelimeleri tercih edebiliyorlar. ‘Dil’ ile ‘din’in/inancın irtibatlı olduğu malûmdur. Çok sıradan gelebilecek bir misâl verelim: Evlerimizin ısınmasında kullandığımız gaza ‘doğal gaz’ demek ile ‘Rahmânî gaz’ demek arasında ‘teknik’ anlamda ne fark var? Yani kullandığımız gaza “Rahmanî gaz” demiş olsaydık ne kaybederdik? Bize çok pahalıya mı mâl olurdu? Sadece ‘irtica’ hortlayabilirdi...
Maalesef dilimiz ve anlayışımız o kadar ‘bozulmuş’ ki, böyle bir şeyi gündeme getirmek, teklif etmek bile bazılarını ‘şok’ edebilir. “Vay be! Bu çağda bu kafa! ‘Doğal gaz’a ‘Rahmanî gaz’ demeyi teklif ettiler” diyebilirler! Desinler... Onlar böyle diyecek diye biz hakilatleri ifade etmekten geri mi duracağız? Hayır, asla ve kat’a!
Peki, ‘Rahmânî gaz’ demekten niçin uzak dururlar? Çünkü bu isim bir ‘Rahman’ı, Yaratıcıyı hatırlatır; o sebeple ‘Doğal gaz’ derler, ‘Rahmanî gaz’ demek istemezler.
Geçen günlerde Almanya’da da benzer bir tartışma yaşanmış. Haberlere bakılırsa, Almanya’nın başkenti Berlin’de bir uydu alıcısı şirketinin hazırladığı “Türkçe afiş”ler tartışma konusu yapılmış. İlgili haber şöyle: “Neukölln bölgesi Belediye Başkanı Heniz Buschkowsky, ülkenin başkentinde yabancı dilde bir afişin asılmasını doğru bulmadığını söyleyerek, kaldırılmasını istedi. Buschkowsky, ‘Çok kültürlü bir kent demek farklı dillerin sokaklara hâkim olduğu bir kent demek değildir. Bu entegrasyona ve birlikte yaşama kurallarına aykırı’ dedi.” (Vatan, 2 Nisan 2009)
Tartışma konusu yapılan afiş, Berlin’de yaşayan Türklere hitap ediyor ve neticede bir ‘ürün’ün daha çok satışını hedef alıyor. Alman yöneticilerin, kendi dillerini muhafaza etmek için böyle bir afişe karşı çıkması bir yere kadar anlaşılabilir. Peki, aynı şey Türkiye’de yapılabilir mi?
Değil geçici ‘afiş’ler, Türkiye bir baştan öbür başa ‘yabancı’ dille yazılan afişlerle, tabelalarla dolup taşıyor. Zaman zaman karikatürcülere de konu olduğu üzere, sokaklarda gezen bir ‘yabancı’ hiç de yabancılık çekmez. Aksine, meselâ Taksim’in Türkiye’nin büyük bir şehrinin bir semti olduğunu anlamakta zorlanır. Çünkü bütün tabela ve dükkân isimleri ‘yabancı’ dille yazılmış, Türkçe yazılan tabelalar ise azınlıkta kalmıştır...
“Sahipsiz memleketin batması hak” olduğu gibi, “sahipsiz dil”in bozulması da haktır. Bu sebeple; hem dilimize, hem de dinimize, mânevî değerlerimize sahip çıkalım.
09.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|