Yazımızın dibacesini mantıkî bulmayanlar da haklıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin “haşir ve neşir” dediğimiz “öldükten sonraki dirilişi” genişçe anlatan Onuncu Söz’ünü okumayanlar, haşir mevsimini fantazi bulabilirler. Mevzu olarak Kur’ân-ı Kerîm’in dörtte birisini teşkil eden “haşir” hakkında şu yazı çerçevesinde söyleyebileceğimiz fazla bir şey yok. Belki bir tahattur, belki bir paylaşma veyahut “bahara” dikkat çekme sadedinde olan şu yazılar, haşir gibi bir ummanın sahilinde bile dolaşamazlar.
Gurbete, menfaya, sürgüne ve tecride mahkûm Bediüzzaman Hazretleri, gönderildiği Barla nahiyesinin eteklerini okşayan Eğirdir Gölünün sahillerinde, yalnızlığını baharla paylaşırken Rûm Sûresinin 50. âyetini mütemadiyen tekrarlıyor: “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan ölüleri de öylece diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir.”
Bazen bu âyetin Risâle-i Nur’un önemli bir anahtarı olduğunu da düşünüyoruz. Bu âyetin Barla baharında, Bediüzzaman’ın kalbine verdiği tazyikle adeta dağlar yarılmış, ta kıyamete kadar teşnelere ulaşacak rahmet deryası dalgalanmaya başlamış… Yedi yaşından yetmiş yaşına imana her muhtacın, ihtiyacını bir anne şefkatiyle giderecek Risâle-i Nur’un en önemli eserleri hep bu baharı takip etmişler. Tevhidî bahisler, Mû’cizat-ı Enbiya, Mû’cizat-i Kur’âniye ve Mû’cizat-ı Ahmediye, Melaike–Ruh ve daha yüzlerce nice imanî bahisler, hep Barla baharlarının arkası sıra yürürler.
Barla sürgününün bahar günlerinde, ahirzaman dinsizliği inkâr-ı Ulûhiyette Avrupa dinsizleri tahşidata başlarlar. Allah’ın varlığıyla birlikte Hıristiyanlığın zayıf “ahirete iman inancı” bombardımanına tutulur. Dinsiz Avrupa’nın Türkiye’deki takipçileri engerek sürüleri halinde Ankara, İzmir ve İstanbul gibi merkezlerden Anadolu sathına yayılmaya başlıyorlar. Eğirdir Denizi’nin sahillerinden dünyanın hâl-i pürmelâlini temaşa ederken “Haşir Risâlesi”ni Kur’ân’dan kaleme alan Bediüzzaman, kelimenin öz mânâsıyla, münafıkların perde altında yürüttükleri inançsızlık savaşını açık ve büyük bir meydan savaşına dönüştürür. Tıpkı İmam-ı Ali gibi küfrün ileri gelen Avrupalı feylesoflarını ceng meydanına dâvet eder.
Bu yazının niyeti “baharı okumaktı”... Haşir Risâlesinin yazılış tarihçesini arz etmek değildi. Fakat siz de bilirsiniz ki, derdin dehşeti nisbetinde şifabahş devanın kıymeti ortaya çıkıyor.
Bahara meftun olmayan bir fıtrat olur mu? Baharın güzelliğine herkes müştaktır. Ve baharı keyfince durdurmak ve yakalamak ister. Va hasreta va esefa… Ama zamanın üzerimize boca ettiği kesret yığınları arasından başımızı kaldırarak baharın muhteşem gelişini seyretmek galiba mümkündür. Yükünün verdiği ağırlıkla yürüyen koyun veya keçinin duruşundaki mânâ, en fazla çobanı sevindirir. Budakta şişmiş tomurcuğun doğumunu kuzuların doğumuna benzetenler de aynı heyecanı ve sevinci duyabilirler. Bahar bazen olur bir doğum, bazen olur bir fetih, onunla kapılar, goncalar ve kalpler açılır. Peşpeşe inen cemreleri doğum sancılarına bezetenler doğumlar arasındaki muhteşem münasebeti de yakalamış olurlar. Rabbimizin güzel isimlerinin tecellîlerini ardarda levhalaştıran baharın doğum veya açılışlarını seyrederken, sevincimizi bu denli yükselten unsurların başında, bize veda eden “kış mevsimi” olduğunu unutmak gaflet olsa gerek… Kuru iken yaş olmak… Yerde iken baş olmak… Ölü iken dirilmek… Çırıl çıplak iken gelinliklerle, fistan ve kaftanlarla süslenmek… Yani elemleri kovalayan lezzetlerle uyanmak değil mi, bahar…
Bahar yalnızca, tabiatın ve tabiattaki hayvanatın yıllık diriliş mevsimi değil. Onlardan önce bizim dirilişimiz olmalı, kanaatindeyiz. Dinsiz Avrupa felsefesinin müfsit aletlerle dondurduğu dünyamıza, ışığın, hararetin, hayatın ve neticesiyle dirilişin geliş mevsimi olması cihetiyle, her bir bahar kendimizin manevî bir dirilişi kabul edilmelidir. Kalbimizin, gözümüzün ve penceremizin önüne çekilmiş perdeleri, ancak ve ancak “Haşir Risâlesiyle” kaldırabileceğimizi düşünüyoruz. Madem ki bahar geldi, madem ki bahar “yeniden diriliş mevsimidir”, öyle ise bizi kesretin dondurucu dehlizlerine hapseden ülfet, gaflet ve sebepler perdelerini gidermek için bu bahardan “Haşir Risâlesi” vasıtasıyla yararlanmalıyız. Bu baharı bir fırsata dönüştürerek biz de yeniden manen dirilmeliyiz.
Dirilmek öyle zor ki… Kalbin, ruhun, duyguların ve tenvime maruz hissiyatımızın dirilmesini kastediyoruz. İlim olmadan, dikkat kesilmeden ve Kur’ân’dan nebean eden kaynağa dört elle sarılmadan dirilme olmuyor. Karşı fırtına çok şiddetli. Bürûdet genellikle tahtesıfır. Yaşadığımız hadiseler her gün başımıza yeni bir kesret tabakası örüyor. Haşir Risâlesi’nin eteklerine yapışamazsak, buzlar altında kalan nevruz çiçeğine dönüşebiliriz. Allah korusun…
13.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|