Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı “Yıllık değerlendirme toplantısı”nda yaptığı açıklamaları aradan 4 gün geçmesine rağmen tartışılmaya devam ediyor. Sayfalar dolusu haber, yorum… Neredeyse tam metin halinde yayınlanan 2 saati aşan konuşmada okuduğu 55 sayfalık konuşma… 200’e yakın gazetecinin dâvetli olduğu toplantı sonrasında yapılan yorumlar, konuşmasındaki imalar, sözlerine farklı anlamlar…
Burada Başbuğ’un konuşmalarını değerlendirmeyeceğim. Zaten birkaç gündür fazlasıyla değerlendiriliyor. Asker-sivil, Güneydoğu-Kürt sorunu ve laiklik-demokrasi konularında önemli açıklamalarda bulunarak her kesime mesajlar verdiği konuşması zaten en ince ayrıntısına kadar yazıldı, çizildi.
Başbuğ’un bu konuşmasında birçok açılım yaptığı muhakkak. İrticadan bahsetmedi, ama “dinsel cemaatler” dedi, muhtıra verir gibi sert bir şekilde konuşmadı, TSK’nın demokratik rejime bağlı olduğunu söyledi. “Gerçek mütedeyyin kimselerle kimsenin sorunu olmaması gerektiği”ni ifade etti. “Türk ordusunun hiçbir zaman dine karşı olmadığını” ve “Peygamber ocağı olduğu”nu dile getirdi. Normal olan bu sözler değil midir? Bir genelkurmay başkanının demokrasiden bahsetmesi, son sözün siyasette olduğunu söylemesinin abartılacak neyi olabilir. Ama abartıldı, abartılmaya devam ediliyor.
Burada “toplantıya” farklı bir pencereden bakmak istiyorum.
Genelkurmay başkanının yapacağı açıklama günler öncesinden merakla beklendi. Yapacağı konuşmada neler olabileceği dahi yazıldı. Peki, bir genelkurmay başkanının açıklamasına bu kadar anlam yüklemek ya da önem vermek gerekir mi? Niçin bu kadar önem arz ediyor? Savaş ilânı mı yapacak, ya da terör örgütüne karşı büyük bir operasyon hazırlığı mı var? Yok öyle bir şey. Neticede bir yılı kendi penceresinden değerlendirecek. Bu kadar önem verilmesi bile normalleşemediğimizi göstermiyor mu?
Hele hele birçok yazarın yazdığı gibi oraya giderken heyecanlanmak, sabah kalkamam diyerek uyumadıklarını yazmaları akıllara şu soruyu getiriyor “Bu heyecan niye?” Cumhurbaşkanının, Başbakan’ın Meclis başkanının toplantılarına giderken bu kadar heyecanlanmayanların bu toplantıya giderken heyecanlandıklarını söylemelerini anlamak mümkün değil. Yoksa bundan sonra da akreditasyonlarının devam etmesini sağlamak için mi? İnsanın aklına geliyor işte…
Akreditasyon demişken, gazetelerin Ankara temsilcileri ve akredite olmuş Genelkurmay muhabirleri toplantıyı izlemeleri için askerî uçakla İstanbul’a götürüldü. Sadece beş gazetenin Ankara temsilcisi (Yeni Asya, Zaman, Vakit, Millî Gazete, Taraf) İstanbul’a çağrılmadı. Madem açılım yapılıyor, madem demokrasiden bahsediliyor. Bu akredite niçin uygulanıyor anlamak mümkün değil. Geçerli bir sebebi bugüne kadar açıklanamadı. Sebebin tiraj olmadığı, ya da baş harfi şu harfle başladığı için akredite olmadığı da ortada. Peki sebep nedir? Eğer, geçerli bir sebep açıklanırsa burada yayınlarız.
Org. Başbuğ, söz konusu toplantıda güncel konulara girmeyeceğini tâ başında söylemişti. Önümüzdeki hafta içinde yeni bir basın toplantısı yapacağını söylemişti. Aslında sorulu-cevaplı bu toplantı daha önemli. Tabiî sorular da milletin kafasında olan ve cevabı beklenilen sorular olursa… Ancak Salı günkü toplantıda ayağa kalkıp kalkmama, önünü ilikleyip iliklememe, ya da akredite olmaktan çıkarılma gibi bir durumla karşılaşılmaması için soruların ne yönde olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Meselâ, “Peygamber ocağı olan bir yere başörtülülerin alınmaması normal mi? Ya da sırf namaz kıldığı ve eşi başörtülü olduğu için YAŞ kararıyla ordudan atılmalar hukukî mi? Ya da asker darbe yapar mı, planlar mı? Ergenekon olayına nasıl bakıyorsunuz?” türü sorular gelir mi? Bekleyip göreceğiz.
Başbuğ, ezberleri bozan bazı açılımlar, ya da manifesto niteliğinde olan söyler söylemiş olabilir. Bunu Başbuğ farkı olarak değil, olması gereken açıklama olarak görsek, ya da normal olan buysa normal olmayan bundan önceki konuşmalar olarak değerlendirsek mesele olmayacak.
Sözün özü, gazetecilerin genelkurmay başkanına; cumhurbaşkanına, başbakana ya da bakanlara davrandığı gibi davranacağı gün demokrasiden bahsedebileceğiz. Yoksa, toplantıya çağrılmadığında akreditasyonun yanlışlığından bahsedip, çağrıldığında akreditasyondan tek kelime etmemekle bu olmaz…
Son söz: Yazıcıoğlu’nun vefatının ardından, çekim için çıktığı dağda, başka bir gazeteci arkadaşı helikoptere alınırken, çalıştığı kurum sorulup öğrenildikten sonra “sivil olduğu” gerekçesiyle komutan tarafından “Nasıl çıktıysan öyle in” denilerek askerî helikoptere alınmayıp orada bırakılan bir olay sonrasında daha ne konuşuyoruz, daha neyi tartışıyoruz Allah aşkına…
17.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|