Yaratılıştan duygularına belli bir had ve sınır konulmayan insanların, vahşî hayvanlardan daha vahşî, zâlimin zâlimi, câhilin câhili durumuna düşmemesi için, Yüce Yaratıcı peygamber tayin ettiği insanlara semâvî dinler göndermiş ve o dinlerdeki şer’î kanunlarla sınırlar belirlemiştir.
Bütün dinlerde, özellikle İslâm dininde hayır ile şer, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, sevap ile günahın hepsi bildirilmiş, birbirinden ayırt edilmiş ve oradan da yüce bir ahlâk doğmuştur. Mü’min, yüce ahlâk sahibi insan demektir. Bu yüce ahlâkın kaynağı olan İslâm dinine, Müslümanlar ne zaman sımsıkı bağlanmışlarsa o nispette maddî ve mânevî terakkî etmişler, ne zaman ellerini gevşetmişlerse o nispette de gerilemişlerdir. İslâm tarihi buna şahittir.
Mü’min olan insan, Allah’ın mahiyetine yerleştirdiği akıl, gazap ve şehvet kuvvelerini ifrat ve tefritten uzak olarak vasatta tutan; hikmet, şecaat ve iffet mertebesinde kullanandır. “Mü’min, başkalarının onun elinden ve dilinden emin olduğu kişidir” hadisi bu mânâlara işâret eder. Kur’ân-ı Kerim’in beyan ettiği güzel ahlâkın tamamını en güzel bir tarzda hayatıyla yaşayan ve “Muhakkak sen yüksek bir ahlâk üzeresin” âyetinin övgüsüne mazhar olan Sevgili Peygamberimizin (asm) hayat tarzı ve ahlâkı, bütün insanlığa rehber olacak bir özelliktedir. İnsanlık onu örnek almak durumundadır. Yoksa bu gidişat daha dehşetli bir hâl almaya devam edecektir.
Batı toplumları, bütün semâvî dinlere sırt dönerek seküler ve dünyevî bir hayatı esas aldı. Allah ve âhiret inancını hayatından çıkardı. “Kuvvetli olan haklıdır” diyerek her türlü zulüm kapısını açtı. Hayatı bir mücadeleden ibâret görerek bencilleşti. Yardımseverlik duygularını köreltti. İnsanların nefsânî ve şehvânî duygularını kamçılayarak sefih ve aşağılık bir hayatı medeniyet diye takdim edip ahlâkî değerleri tamamen tahrip etti. Ahlâksızlığın her türlüsüne revaç verdirdi. Sonra da sert kanunlar çıkararak toplumları yönetmeye çalıştı. İnsanları insanlıktan çıkararak bir nevî hayvanlaştırdı. Teknolojik imkânları sonuna kadar kullanarak bu sefih hayatı bütün dünyaya yaymak için hâlâ uğraş veriyor. Müslüman toplumlar da bu gidişâttan etkilendi. Taklit mertebesindeki yüzeysel ve geleneksel imanlar, bu dehşetli âfete karşı dayanamadı ve yıkıldı. Müslümanca bir hayat ile İslâm dışı yaşantılar birbirine karıştı ve tanınmaz bir hâle geldi. İslâm toplumlarında ihlâs, samimiyet, dürüstlük, şükür, tevekkül, kanaat, kısmetine rızâ ve iktisat yerine; hırs, israf, sefahat, açgözlülük, kanaatsizlik ve şükürsüzlük gibi daha bir sürü olumsuz ve negatif duygular öne çıktı. Dünyayı saran âhirete boşvermişlik, dünyevîleşme belâsı ve küresel ahlâk krizi, inanan toplumları da vurdu. Bunun neticesi, küresel ekonomik kriz olarak bütün insanlığı etkisi altına aldı. Bu itibârla asıl problem, küresel ahlâk krizidir. Ekonomik kriz onun neticesidir.
Bahsi geçen tahlile dayanarak bu krizlerden çıkışın tek bir yolu var. O da, yeniden Allah ve âhiret inancı başta olarak iman esaslarına tahkikî bir şekilde inanmak, Kur’ân’a dayalı evrensel ahlâk değerlerini yeniden hayata geçirmek, kul olduğumuzun bilincini geliştirerek israf ve tüketime değil, iktisat ve verim ekonomisine dönmektir. “Sen çalış ben yiyeyim” felsefesiyle çalışanların kanını bir sülük gibi emen ve millî geliri buharlaştırıp hebâ eden faiz kurumlarının kapısını kapatmaktır. “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne!” olan ahlâksız anlayıştan vazgeçerek, başta zekât olmak üzere bütün yardımlaşma kapılarını sonuna kadar açmaktır. Böylece, varlıklı insanlar ile yoksul kesim arasındaki korkunç uçurum zamanla ortadan kalkacak ve bütün kargaşaların da önü alınacaktır.
Evet, önce inanç ve iman temelli bir girişimle küresel ahlâk krizi aşılmalı ki, küresel ekonomik kriz de aşılabilsin. Bediüzzaman Hazretlerinin ön gördüğü hizmet modeli de budur.
16.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|