"Gerçekten" haber verir 16 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

İki kişi bir kişiden, üç kişi iki kişiden, dört kişi de üç kişiden daha hayırlıdır. O halde cemaate sarılınız. Çünkü Allah ümmetimi ancak hidâyet üzere bir araya toplar.

Câmiü's-Sağîr, No: 95

16.04.2009


Zaman cemaat zamanıdır

Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.

Hem mûcib-i taaccüp, hem medâr-ı teessüftür ki, ehl-i hak ve hakikat ittifaktaki fevkalade kuvveti ihtilâfla zayi ettikleri halde, ehl-i nifak ve ehl-i dalâlet, meşreplerine zıt olduğu halde ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatı mağlûp ediyorlar.

Kastamonu Lâhikası, s. 106, (yeni tanzim, s. 197)

***

Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhâlif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.

Mektubat, s. 425, (yeni tanzim, s. 744)

***

Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir.

Mesnevi-i Nuriye, s. 87

***

Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede kuvvetli, dirayetli arkadaşlarım,

Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddi ve ferdi ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.

Kastamonu Lâhikası, s. 8, (yeni tanzim, s. 19)

***

Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdi şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatın şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.

Emirdağ Lâhikası, s. 63, (yeni tanzim, s. 136)

***

Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevi ve bir ruh-u habis olmuş; Müslüman alemindeki vicdan-ı umumi ve kalb-i külliyi bozuyor ve avamın taklidi olan itikadlarını himaye eden İslami perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan anane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. Herbir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya meyusane çabalarken, Risâlei’n-Nur (Risâletü’n-Nur) Hızır gibi imdada yetişti.

Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 36, (yeni tanzim, s. 61)

***

Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.

Sünûhat, s. 49-51, (yeni tanzim, s. 124)

LUGATÇE:

enaniyet: Benlik, gurur.

şahs-ı manevî: Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs.

mûcib-i taaccüp: Şaşırmaya sebebiyet veren.

medâr-ı teessüf: Teessüf, üzüntü sebebi.

ehl-i nifak: Münafıklar, iki yüzlülük yapanlar.

ehl-i dalâlet: Dalalette olanlar, hak yoldan sapanlar.

meşrep: Huy, mizaç, tabiat, tarz.

şahs-ı vâhid: Tek bir şahıs.

ruh-u cemaat: Cemaat ruhu.

mütehassis: İnsan sözüne kulak verip dinleyen. Çok duygulu, duygulanmış, hisli.

Bediuzzaman Said Nursi

16.04.2009


Baharın ilki

Elbette her şeyin olduğu gibi baharın da bir ilki, bir de sonu var. Sondan sonra gelen bahar dünyanın zevâline benzer, yeniden haşr oluş gibi... Yani, güz kalınca dünlerde, bahar gelir önlerde, yaza hazırlar zemini.

Bahar…

Kelime olarak ne hoş. İster öncesi, ister sonrası olsun, neticede bahar ya. İnsanın gönlünde ılık bir hâl oluyor, duygular uyanıyor duyunca; tıpkı nebâtâtın, hayvânâtın uyandığı gibi o günlerde.

Zâten bu ılık duygu, ılıklığı, ılıyışı haber veren “cemre” ile başlıyor. Önce hava, ardından su, toprak, derken nevruz; neşv ü nemâ buluyor mevcudât.

El ele tutuşmuş gibi, o ısınıyor, sen ısınıyorsun; o soluyor sonunda, sen de sona doğru yürüyorsun hayatta.

İlkbahar…

Karların eridiği, Rahmetin yeryüzüne yürüdüğü, derelerin, nehirlerin çağladığı, vecde gelip coştuğu sürûr mevsimidir ilkbahar.

Çayırlar, çimenler yemyeşil halı; sarı nergis, ak papatya, gelincikler, lâleler… Adetâ âlem yenileniyor, tazeleniyor serâpâ… Resm-i geçit, Huzûrda. Sabah güneşi gülümsüyor bütün canlıların yüzüne. Tebessüm ettiriyor seni.

Mûsikî-i İlâhî coşkun, çok sesli, koro gibi; terennüm ediyor. Koyunlar, kuzular, kurbağalar, böcekler bir ağızdan çağrışıyor; tesbîh ediyor, tehlîl ediyor Rabbini. Çünkü kâinatta “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp, Onu tesbih etmesin.”1

Havalar ısındıkça, insanın, sırtı gibi ruhu da ısınıyor. Kanlar kaynıyor, duygular harekete geçiyor; hazlar, tatlar, hisler depreniyor boyuna.

İşte işin burası son derece önemli!

Mahlûkatla beraber uyanırken gönlümüz, gözümüz gaflete dalıp, zevklere kanıp uyuyuvermemeli. Kalpler hüşyar olmalı, akıl ibret almalı.

Bir böceğin hilkati için kâinatı halk eden Sanatkârı görmeli, masnuâtın yüzünde. Her şeyi yerli yerince yapanı, meyveyi ağaca, ağacı Dünyaya; onlara renk veren ışıl ışıl Ayı da Dünyanın tavanına takanı bilmeli.

Sümbül için Güneşi, Ayı, yıldızı; semayı, fezayı hak edip karı ve yağmuru onun imdadına göndereni, boyun büküp anmalı, hamd ederek.

Takdir eder halk eder, odundan “Adam” eder seni, beni Rabbimiz.

Masnuâta dikkat eyle!

Dün odundu elma, erik, vişne, kiraz, kayısı. Kupkuru dallarından fışkırdı hayat, açıldı nazenin çiçekler, serpildi, yeşerdi yaprak. Yarın, kucaklar dolusu meyvelere duracak. Erzakı tükenen insanlara sunacak.

Halâ ona odun diyen, şu dirilişi bilmeyen, odun olmaz ne olur?

Görebilmek, “hayat”sa; derk etmesi, “adam”lık.

Allah’ın ihsan ettiği akılla, fikirle, idrâkle eşyaya bakmak, “adam”ların işidir.

Topraktan nebâtâtı, nebattan zerzevâtı, ondan da hayvânâtı halk eden Hâlık-ı Küllişey; hayvaniyetten insaniyete, insaniyetten de “adam”lık makamına çıkaracak, dilerse.

Fark etmek lâzım baharı, dirilişi görmeli; tefekkür etmeli derinden derine…

Ölmüş, kurumuş bütün mevcudata hayat veren Rabbimiz, cemre’yle ısındırdı baharın bedenini.

Hem nebâtât, hem hayvânât hayat buldu baharda. Haşr oldu, neşr oldu; serpildi, sergilendi gözlere.

Yeryüzünü sofra, bahar mevsimini de bir deste çiçek yapan Cevâd-ı Kerîm’e, “Baharı halk etmek bir çiçek kadar kolaydır.”2

Bunca ihsânâtı görüp, idrak etmek çok mu zor?

Gözü açık, kalbi hüşyar, zihni canlı tutmalı.

Güzeli, güzel yapan “Gizli el”e bakmalı; sonra gelen baharda…

İlkbaharda…

Kaynaklar:

1- İsrâ Suresi,44.

2- Said Nursî, Sözler.72.

ALİ RIZA AYDIN

16.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis