Türkiye’nin komşu ülkeleriyle olan problemlerini çözmesinin her zaman ülkemizin hayrına olacağını söylüyoruz. Zira güçlü bir ülke olmak için en başta komşularınızla siyasî, ticarî ve kültürel ilişkilerinizin üst düzeyde olması gerekmektedir. Bu hem güvenlik açısından, hem de gelişme açısından hayatî öneme sahip bir kuraldır.
Türkiye’nin bu anlamda çok talihli bir ülke olmadığını söylemek zorundayız. Gerek tarihin getirdiği bazı realiteler, gerek konjontürel durumlar ve gerekse de yanlış izlenen dış politikalar neticesinde günümüz Türkiyesi hep komşularıyla problemli olagelmiştir. İki dünya savaşı atlatan dünyamızda neredeyse komşularıyla savaşmamış uluslar yok gibidir. Evet tarihin her sürecinde komşu devletler birbirleriyle savaşmışlardır. Bugün çok iyi geçinen komşular, geçmişte kanlı düşmanlar olabilmektedirler. Buna bir çok örnek vermek mümkündür. En büyük örneklerden biri de tarih içinde sürekli savaş halinde olan Fransız ve Alman ulusların bugün FransAlmanya ittifakı içinde siyasî, ekonomik ve hatta askerî bir birliktelik içinde olmalarıdır.
Bugün Avrupa Birliği içinde beraber hareket ülkelerin birçoğu tarihte birbirleriyle amansız savaşlar vermiş ülkelerdir. Bu ülkeleri bugün bir araya getiren faktörler her ne kadar karşılıklı çıkara dayalı faktörler olsa da, sonuçta barış içinde bir araya gelmelerini sağlaması bakımından önemlidir. Zaten uluslar arası diplomatik ilişkilerde genelde “çıkara dayalı ilişkiler” ön plandadır. Ancak konu Türkiye’ye gelince biz genelde olaylara daha duygusal yaklaşarak ya meseleyi “ezelî düşmanlık” penceresinden ele alırız ya da “dost-kardeş ülke” mantığıyla hareket ederiz.
Reel politikada bu türden yaklaşımlar çoğunlukla bu yaklaşımı şiar edinen ülkelere faydadan çok zarar getirmektedir.
Türkiye’nin geçmişten günümüze dış politika anlayışını incelerseniz, hep bu iki yaklaşımın etkisini görürsünüz. Ülkeler ya “ezelî düşmanımız” yahut “kardeşimizdir.” Bu algı düzeyi son dönemlerde devlet mekanizması içinde yükselmiş ve yerini daha diplomatik ve reel politik yaklaşımlara bırakmış olsa da, toplum olarak uluslar arası siyasi algılayışımızda çok ciddî bir gelişme yaşadığımız söylenemez.
Ermenistan ile olan ilişkilerimize bu bağlamda baktığımız zaman tabloyu biraz daha rahat görmeye başlarız. Öncelikle Türkiye olarak barış ve dostluktan yana olan iyi niyetimizi ortaya koymamız gerekmektedir. Zira son yıllarda Türkiye bu konumunu harikulade korumaktadır. Ancak bu kural sadece bizim için geçerli değil tabii ki. “Mütekabiliyet” prensibi denilen bu ilke gereğince her iki taraf da elbette iyi niyetini ortaya koymalı ve sorunların çözülmesinde eşit adımlar atabilmelidir.
Ermenistan devleti ile olan münasebetlerimizde çözülmesi zaman isteyen ve çözülmesi elzem olan problemler “soykırım iddiaları ve Ermenilerin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanıması” meselesidir. Dikkat ederseniz her iki problem de Ermenistan taraflı problemlerdir. Onlar haksızca yürüttükleri “soykırım propagandalarından” ve de “toprak bütünlüğümüz konusundaki şüphelerinden” vazgeçmedikçe barışa ve normalleşmeye yönelik adımlar nasıl sağlıklı bir şekilde atılabilir ki! Bir de dolaylı olarak bizi ilgilendiren Dağlık Karabağ sorunu var. Burada işte bizim “kardeş ülke” algımızla ilgili bir durum sözkonusudur. Azerbaycan’ın, Ermenistan ile olan bu önemli problemi makul bir çözüme kavuşmadıkça da, Türkiye ve Ermenistan’ın ilişkiler konusunda mesafe kat etmesi mümkün görünmemektedir. Ancak Türkiye burada tıpkı Suriye ve İsrail arasında yapmaya çaba sarf ettiği gibi ve hatta daha fazlasını yaparak arabuluculuk yapmalıdır. Türkiye’nin bu konuyla olan ilgisi İsrail-Suriye meselesinden de fazladır. Nihayetinde ise bu sorunların çözülüp Ermenistan sınırının açılması en fazla Türkiye’ye yarayacaktır.
Son zamanlarda atılan adımlar bu anlamda umut verici olsa da, kördüğüm olmuş bazı problemlerin aşılabilmesi için hem iki tarafın çok cesur olması hem de iki taraf milletlerinin algı düzeylerinin yükselmesi gerekmektedir. Bu ise zaman isteyen bir süreçtir. Müzmin problemlerin çözülmesi adına atılacak en küçük adımlar bile önemlidir. Bu bağlamda köprülerin temelini atmak ve bunun sürekliliğini sağlamak çok mühimdir. Aksi halde ise, Türkiye’de yükselecek menfi milliyetçilik duyguları sebebiyle bölgede yalnızlaştırılıp, marjinalleştirilmesine seyirci kalırız. Nitekim bizim için çok mühim olan İslam dünyası ile olan ilişkilerimizde dahi bu sebeple 50 yıl geride kaldık. Daha fazla geride kalmamalıyız... Dünya değişiyor, şartlar farklılaşıyor, ya ayak uydururuz yahut yerinde sayarız...
16.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|