Son yüz yıllık tarihimizin gerçek yüzünü araştırıp yazmanın ve nesillerin istifadesine sunmanın imkânsızlığından söz etmemiz, bazı okuyucularımızın bir hayli garibine gidiyor.
"Ama nasıl olur?" diye hayret edenlerin yanı sıra, "Yakın tarihi öğrenmemizi kim, niçin istemiyor? Tarihimizi olduğu gibi öğrenme hakkımızı kim, niçin ve ne hakla engelliyor?" diye feveran edenler de var.
Burada sizlere hatırlatacağımız bir misâl, sanırım hem ortaya çıkan haklı sorulara bir cevap, hem de meselenin aslında nerede düğümlendiğine kuvvetli bir işaret teşkil edecek.
Bakınız, M. Kemal'in iki buçuk sene (1923–25) evli kaldığı Latife Hanımın hatıra notlarının yayınlanmasına engel olundu. Üstelik, onun "Ölümümden sonra açıklansın, yayınlansın" şeklindeki vasiyetine rağmen...
Düşünün ki, sıradan olmayan bir insan, Türkiye tarihinin en kritik zamanında en mühim bir mevkide/mekânda bulunuyor, yakın tarihin en can alıcı hadiselerine şahit oluyor, bunları kendince not ediyor, mektuplar yazıyor, hatıraları kaydediyor ve bütün bu dokümanların 2000 yılından sonra açıklanmasını vasiyet ediyor; ancak, yine de bu vasiyete uyulmuyor, zerre kadar olsun ona itibar gösterilmiyor.
Bu vurdumduymazlığın, bu kadir–kıymet bilmezliğin, bir mâsum vasiyete duyulan bu saygısızlığın sebebi her ne olursa olsun, bunu anlayışla karşılamak mümkün değil.
Burada tahmin ettiğimiz gizli–açık sebepler üzerinde duracak değiliz. Bizim nazara vermek istediğimiz şey, Türkiye'deki yakın tarih gerçeğinin önündeki handikapların ne olduğuna dair bir tesbitte bulunmak ve onlarcasından sadece bir tek misâli derhatır etmekten ibarettir.
Son olarak şunu da hatırlatalım ki, hatıra notları TTK'nın çelik kasalarına kilitlenen Latife Hanım, M. Kemal ile birlikte Türkiye'nin en köklü değişim ve dönüşümü yaşadığı yıllara birinci derecede tanıklık etmiş bir önemli şahsiyettir.
Bu işsizlikle nereye?
Bu yılın Ocak ayına ait işsizlik rakamları açıklandı. Durum, son derece vahim. Tablo, rekor seviyede bir işsizlik dalgasının varlığını gösteriyor.
Yaşanan bu ürkütücü dalganın daha sonraki aylarda da süreceğinden endişe ediliyor. Sebep: Hükümet kararıyla ekonomideki büyüme hedefinin eksiye düşürülmesi, buna bağlı olarak yatırımların yavaşlaması, istihdamın daralması, dolayısıyla üretimin alabildiğine azalması...
Ortada hayret verici bir durum var: Ülkenin yönetiminde tek başına iktidar olan bir parti var. Başbakan, bu partinin genel başkanı. Cumhurbaşkanı bu partiden çıkmış. Meclis Başkanı hakeza. Askeriye cenahı, hükümetle gayet uyumlu görünüyor. Yargı ve emniyet teşkilâtı, hükümetin işini kolaylaştıracak, hatta halkın desteğini ziyadeleştirecek bir dinginlik içinde faaliyet gösteriyor. Terör olayları nisbeten azalmış, diplomaside ciddî bir sıkıntı görünmüyor.
Ancak, bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, iktisadî hayat yine de iyi gitmiyor, özellikle işsizlik kàbusu daha da ağırlaşarak ürküntü vermeye devam ediyor.
Bu vahâmeti sadece "global kriz" ile açıklamak mümkün değil. Her meselede olduğu gibi, burada da biri zahirî, diğeri hakiki iki sebep var gibi görünüyor.
Zahirî sebepleri izah etmek zor değil. Acaba, yaşanan sıkıntının mânevî sebebi nedir diye düşünüyoruz da, bunun tatminkâr izahını bir türlü bulamıyoruz.
Tarihin yorumu
Demokrasinin ağır prangaları
16 Nisan 1974
Demokratları devirmek ve bir kısım yöneticilerini idam dahil en ağır cezalara çarptırmakla da yetinmeyen "27 Mayıs Darbecileri", hayatta kalabilenlere ise ömür boyu siyaset yasağı getirdi.
Yani, 27 Mayıs 1960'tan evvel Demokrat Parti ile herhangi bir ilgisi olan yüzlerce şahsiyet için kànun zoruyla siyasetle uğraşma yasağı getirildi.
Bu vahşiyane yasak yıllarca devam etti. Nihayet, 1974 yılı başlarında konuyu görüşmeye başlayan Meclis, 16 Nisan günü siyasî yasakların kaldırılmasına karar verebildi.
DP'liler için konulan siyasî yasakların bu kadar zaman almasının en önemli sebebi, İsmet Paşa korkusuydu. Paşanın ve onun arzusu istikametinde hareket eden askerî cuntaların korkusu yüzünden, hiç kimse konuyu Meclis'in gündemine getiremiyordu.
Ne zaman ki, İsmet Paşa 1973 yılı Aralık ayı sonunda öldü, gitti, siyasî yasakların kaldırılması da ülkenin gündemine gelip oturdu.
Yasakların kalkması ve DP'lilere siyasî haklarının iadesini mümkün kılan kànun, İsmet Paşanın ölümünden üç buçuk ay sonra, yani 16 Nisan 1974'te kabul edilerek yürürlüğe konulmuş oldu.
Bu tarihten sonra, demokrasimiz ağır prangalardan kurtuluyor diye ümit ederken, bir askerî cunta idaresi 1980'de yeni bir darbe yaparak, emekleyen demokrasimizi yeniden komaya soktu.
Türkiye, otuz yıla yakındır siyaseti darmadağın eden bu son darbenin yaralarını sarmaya çalışıyor.
Siyasilere yasak koymak, aslında milletin iradesine yasak koymak demektir. Her defasında halkın hür iradesiyle seçimi kazanan DP lideri Adnan Menderes, bir seçim mitinginde görünüyor.
16.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|