Her gün sabah güneş doğuyordu, dünyayı aydınlatmak için.
Kalbler kapkaranlıktı…
Kalbleri aydınlatacak manevî güneş, asırlar oldu doğmamıştı.
İnsanlık kurtuluş yolunu arıyordu…
Rehber kabul ettiği rehberleri, yolunu şaşırmıştı…
Babalar kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşileşmişti.
İnsanlar vahşileşmiş, cehalet ve dalâlet bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. İnsanlar birbirlerini yemekte aslanları, sırtlanları bile geçmişti.
Zalimin zulüm kamçısı altında mazlûm inim inim inliyordu. Zulümlerin çeşitlerini saymaya zamanımız da yok, yerimiz de.
Dünyayı manevî bir karanlık kaplamıştı. Zifiri bir karanlıktı, göz gözü görmeyecek kadar.
Varlıklar, insanlığın işlediği zulüm ve vahşetten mâteme bürünmüştü. Gözyaşları kurumuş, artık kalbler ve ruhlar ağlıyordu. Kalblerin ve ruhların üzüntülerine dünyalar da ortak olmuştu. Dünya bir mâtemhâne olmuştu adeta.
İnsanlık dünyaya gönderiliş gayesinden; “Allah’ı tanımak ve ibadet etmek”ten uzaklaşmıştı.
“Tevhid” inancından mahrum olan insanlık adeta küfür ve şirk derelerinde at koşturuyordu. Gönüllere, kalblere “iman nuru” yerine, sayısız putlar dolmuştu.
İnsanlık hakikî sahibini arıyordu…
Kâinatı yoktan var eden, varlığından haberdar eden Zat elbette bunlara bir çare bulacaktı. Çünkü O sonsuz merhamet sahibiydi. Küfür devam etse de zulüm devam edemezdi.
O, yolunu şaşıran insanlığa bir rehber göndermeyi ihmal etmeyecektir. Belki mehil veriyordu.
Kararan gecelerin nurlu sabahı yakındı elbette.
Nurlu sabahlar güzel günlerin müjdecisiydi.
İşte, insanlığın asırlardır beklediği o zât geliyordu. Zira O’nun (asm) ismi göklerde Ahmed, yerde Muhammed’di. Âlemler onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı.
O geliyor, O…
O, Allah’ın son peygamberi ve bütün insanlığın peygamberi olacaktı.
O, beraberinde getirdiği nur ile dünyanın manevî şeklini değiştirecek eşsiz insandı.
O, cinlere ve insanlara ebedî mutluluğun yollarını gösterecekti.
O, gönüllerin efendisi, kalblerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin terbiyecisi ve ruhların sultanı Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m.) idi.
Âlemler hürmet ve heyecan içinde efendisini beklemekteydi. Her varlık kendine mahsus dilleriyle, hâl ve hareketleriyle bu eşsiz insana “Hoş geldin! Safa geldin!” demek üzere sevinç ve neşe içinde hazır bekliyordu.
O’nunla dünya tarihinde yeni ve bembeyaz bir sayfa açılıyordu…
Dünya Fil Yılını yaşıyordu.
Meşhur Fil olayından 52 gün sonra…
Aylardan 12 Rebiülevvel…
Milâdî takvimler 571 yılını gösterirken…
20 Nisan…
Günlerden Pazartesi gecesi…
Sabaha karşı, seher vakti, Mekke’nin doğusunda bulunan “Hâşimoğulları Mahallesi”nde, babasından kendisine mirâs kalan evde…
Bu mütevazî ev ve eşsiz vakitte muazzam bir olay gerçekleşti: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m.) dünyaya teşrif etti.
Bununla birlikte âlem, asırların elemini unutarak sevinçlere gark oldu. Karanlıklar yırtıldı, her yer nurla doldu.
Kâinat sevincinden adeta Süleyman Çelebi gibi:
“Âmine Hatun Muhammed annesi
Ol sadeften doğdu ol dürdanesi
Çünkü Abdullah’tan oldu hâmile,
Vakt erişti hefte vü eyyam ile.
Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn,
Çok alâmetler belirdi gelmedin.
……………………..
Bu gece şadan olur erbab-ı dil,
Bu geceye can verir ashab-ı dil.
Rahmeten lilâlemindir Mustafa,
Hem şefiu’l-müznibindir Mustafa.
Vasfını bu resme tertip ettiler,
Ol mübarek nuru tergib ettiler.
……………
Geldi bir ak kuş kanadıyla revan,
Arkamı sıvadı kuvvetli heman.
Doğdu ol saatte, ol Sultan-ı Dîn
Nura gark oldu semâvât u zemîn.”
diye haykırıyordu.
İbn-i Abbas der ki:
“Peygamber (a.s.m.) Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü peygamber oldu. Pazartesi günü vefat etti. Mekke’den Medine’ye hicret için Pazartesi günü çıktı. Medine’ye Pazartesi günü geldi. Hacerü’l-Esved’i Pazartesi günü kaldırdı.”1
Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) annesi Âmine, amcası Vüheyb’in evinde doğum yaptı. Doğduğu yerde bugün bir kütüphane bulunmaktadır. Bugün hacılardan birçoğu Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) doğumuna şahitlik eden bu evi ziyaret ederler.
Kutlu doğum olayı daha sonra İslâm tarihinde “Mevlid” olarak yâd edilecek, bu gece kandiller zincirine takılacak ve “Mevlid Kandili” olarak ihya edilecektir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hayatını ele alan manzum eserlere de “mevlid” adı verilecektir.
Buradan hareketle Müslümanlar bu manzumeleri okumak veya okutmak suretiyle, başta Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmak üzere okunan mevlidin sevabını âhirete göç etmiş yakınlarına hediye edeceklerdir.
Üstad Said Nursî Mevlid-i Nebevî ve yazarı için, “gayet nâfi ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtîf ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir. Belki, hakaik-i imaniyenin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki, imanın envârını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır. Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin. Ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara Cenâb-ı Hak rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın. Âmin.”2 der.
Dipnotlar:
1- Köksal, Hz. Muhammed (a.s.m.) ve İslâmiyet, s. 48
2- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 517.
17.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|