Önceki akşam Avustralya’dan gelen Hıristiyan ve Müslüman cemaat temsilcilerinden oluşan bir grupla beraberdik. Başlarında Papa’nın dinler arası diyalog danışma heyeti üyesi ve Avustralya, Melbourne Katolik Kilisesi Başpiskoposu Christopher Prowse vardı. Beraberinde on bir Katolik din adamının yanı sıra, çoğu Avustralyalı Müslümanlardan oluşan Müslüman cemaat temsilcileri de bulunuyordu. Burası gezilerinin ilk ayağı idi. İkinci ayağında ise Katolikliğin şu anki merkezi sayılabilecek Roma’ya gideceklerdi.
Gecenin en ilginç isimlerinden birisi Melbourne’deki Katolik Üniversitesi profesörlerinden Müslüman olup Abdülfettah ismini alan zat idi. Kendileri gayet duygulu bir konuşma yaptılar. Bir Katolik üniversitesinde Hakkı bulmanın huzuru ve nuru yüzünden okunuyordu.
Grubun tamamı İstanbul’un tarihî ve manevî havasından çok etkilenmişlerdi. Başpiskoposun genel sekreteri, “Bu sabah” diyordu, “Sultanahmet’teki otelimizin terasına kahvaltıdan önce çıktığımda, başpiskopos hazretlerinin elinde tesbihle Sultanahmet Camii’ne bakarak duâ ettiğini gördüm”
Çok yakın yerlerde oturduğumuz için sohbet etme imkânı bulduk piskoposla. “Hakikî İsevî” tarifine ne kadar da uyuyordu. Nuranî yüzüyle, “Katolikler ve Müslümanlardan oluşan bu heyet bazılarına tuhaf gelebilir. Ama biz, birbirimizden çok şey öğreniyoruz” dedi bana. Yemek sonrasında herkesle birlikte biz de orada hakim olan manevî dostluk ve sevgi havasına dair bir şeyler söyledik. Rabbimizin insanları farklı milletler hâlinde yaratmasının gayesini birkaç cümlede özetledik. Hepsinin gözlerinde bu gayeyi anlamanın ve ona uygun yaşamaya çalışmanın heyecanı görülüyordu.
11 Eylül saldırılarıyla birlikte başlatılan Hıristiyanlık-İslâm çatışması uydurması ve hayalî düşman oluşturma çabalarının özellikle Amerika’da tam tersi bir tesir yaptığını bir çok kimse dile getirmektedir. İnsanların bir kısmı yoğun propagandanın etkisiyle bütün Müslümanları terörist gibi görme temayülü sergilerken, bir çoğunda da İslâm’ı araştırma merakı uyanmıştır. Özellikle de doğru kaynaklara ve İslâm’ı lisan-ı hâli ile yaşayan Müslümanlara rastlayanlar kısa sürede hidayete erdiler. Lisan-ı hâline uymayanlarla karşılaşanlar ise maalesef bu yolu bulamadılar.
Obama’nın iktidara gelişiyle ve özellikle Türkiye ziyaretiyle başlattığı politika değişikliği, Müslümanları anlama, İslâm’la doğru ilişkiler kurma yönünde bazı olumlu adımların atılabileceği ümidini doğurdu.
Ancak asıl iş Müslümanlara düşüyor. Doğru İslâm’ı anlatma yönündeki gayretler semeresini verecek. Özellikle sefahat ve inançsızlık bataklığında boğulan gençliklerini kurtarmak isteyen “Hakikî İseviler”le el ele vererek yapılacak hayırlı faaliyetler bir çok insanın imanının kurtarılmasına vesile olacak.
Akşamın en enteresan yönlerinden birisi de; Katolik iken Müslüman olan eski dindaşlarına karşı Katolik Kilisesi rahiplerinin tavrı idi. Onları dışlamamış, tam tersine bunu İslâm’la işbirliği yapma vesilesi olarak görmüşlerdi. Piskopos bu tavırlarının özünü “saygı, merhamet ve sevgi”nin oluşturduğunu söylüyordu. Birlikte İstanbul’da başlayıp Roma’da tamamlayacakları seyahatte en önemli köprüyü de bu yeni Müslümanlar oluşturuyordu. Bu işbirliğinin daha çok Hıristiyan’ın Müslüman olmasına vesile olacağı ümidi uyandı içimizde.
Toplantı dağılırken sıcak duygularla vedalaştık piskoposla. Karşılıklı duâ temennileri ve muhabbetle ayrılırken, dinsizliğe karşı mücadelede halis niyetle büyük başarılar elde edilebileceği inancımız pekişti.
17.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|