Cemaat Türkiye’nin gerçeğidir
Kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmaktır’. Başlıkla bağlantılı bu giriş cümlesinin yazanı Cemil Meriç’tir gayet tabii ki.
Ben son günlerde nihayet bu kıvama geldiğimi düşünmeye başladım. Namuslu davranıyorum, içim huzurlu, o ne der, bu ne düşünür diye kaygıları tamamen bir tarafa bıraktım. Türkiyemiz için neyi doğru görüyorsam onu, lafı eğip bükmeden söylemeye kararlıyım.
Daha önce dediğim gibi son yazılarımı yazmadan önce çok düşündüm. Kütüphaneme genelde alıştığımdan tamamen farklı kitapları da ekledim. Öğrenmek için yoğun biçimde okuyorum. Öğrendiklerimi yıllardır biriktirdiğim bilgiler ile harmanlayıp yazılarımı yazıyorum. O yüzden şu aralar hiçbir insan ile polemiğe girmeyeceğim çünkü (madem Cemil Meriç ile başladım onunla devam edeyim) ‘Polemik zekaların savaşı değildir. Zekalar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşıdır polemik’.
Korku oluşturma kültürünün ve tehdit algılamaları söyleminin insanı cendereye alıp boğan kıskacının dışına çıkıp fikir üretmeye çalışan bir insanın düşebileceği en büyük tuzak, polemiklere girmektir.
Ben kendimi bu ruh halinden arındırırken, belki kendim gibi olan insanları da peşin hükümlerden çıkartmaya bir ihtimal katkım olur diye yazıyorum.
HEPİMİZİN İÇİNDEKİ VİCDAN FAYINDA KIRIKLAR VAR
Geçtiğimiz pazar günü Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde Genco Erkal ile yapılmış güzel bir söyleşi yayınlandı. Usta sanatçı ‘Çok yakın dostlarımla aramıza büyük bir uçurum girdi. Büyük ve tehlikeli bir çatlak bu. Bir fay hattı oluştu ve bir kısmımız bir tarafta diğerleri öbür tarafta kaldı. İşin kötü yanı ben iki tarafı da çok aşırı buluyorum, hiç- birine ait hissetmiyorum. Fay hattına düştüm düşeceğim yani o vaziyetteyim’ diyor.
Memleketin ve benim halim ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Sadece arkadaşlar arasında mı oluştu fay hatları sanki... Meseleler o kadar yoğun yaşanıyor ki; artık evlilikler içinde bile karı-koca arasında bile bazen fay hatları oluşabiliyor.
Belki en kötüsü de insanın kendi vicdanı içinde fay hattı oluşmaya başladığını hissetmesidir. Bu en kötüsüdür. Çünkü en azından diğer kırıklıkları konuşarak çözme imkanı vardır. İnsanın kendi vicdanındaki oluşan fayın dışına çıkıp kurtulabilmesi daha büyük gayret gerektirir. Türkiye’de şu anda birçok insan vicdanındaki fay hattının içine düşmüş ve batmaktadır.
Bu bataklıktan bir şekle çıkmamız lazım. Tehdit ve korku kültürüne sarılarak bu bataklıktan çıkabilmek mümkün değil, tehdit ve korku kültürü aksine üzerimize ilave yük oluşturur ve bataklığın içine bizi daha da batırır.
EĞER TSK VİZYON SAHİBİYSE...
Kaç gündür yazıp durduğumu tekrar ediyorum; TSK tarihin akışının bu döneminde cemaatleri ‘tehdit’ söyleminin dışına çıkarmadığı ve onları bir şekilde konuşarak anlamaya çalışmadığı takdirde, Türkiye büyük bir fırsatı kaçırmış olacak... Karşılıklı tehdit oluşturmanın ne tehdidi oluşturanlara ne de ülkemize bir yararı var. Bunu artık deneylerimizle biliyor olmalıyız.
Arkadaşım Oray’ın bana 10 itirazını sıraladığı dünkü yazısının 7. itirazında ‘TSK vizyon sahibi bir kurumdur’ demiş. Ben de zaten böyle düşündüğümden ‘TSK cemaat ile diyalog yollarını açsın’ dedim.
YA KÜRTLER HAKKINDA
YAPILAN HATA TEKRARLANIRSA
Ama bunu söylerken yazarlık namusumuzun gereğini de yerine getirmeliyiz ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmayı da ihmal etmemeliyiz. Belki duymuşunuzdur geçenlerde eski bir kuvvet komutanının ses kayıtları internet ortamına düştü. (Vatandaş olarak her türlü ses kaydının internet ortamına sızdırılmasına koşulsuz bir şekilde mutlak olarak karşı çıkmalıyız).
O konuşmasında komutan ‘Bize Kürtler öğretilmedi’ diyordu, ‘Biz ülkede Kürt gerçeği olduğunu öğrenerek gelmedik bu konumlara’ diyordu. Evet; psikolojik savaşın gereği sızdırılmış olabilir bu kayıt da ama benim açımdan lafın kendisi önemli. Bu aşamada hangi amaçla kimin tarafından sızdırıldığı değil. Doğrudur; aslında çoğumuz bu şekilde büyütüldük ve bunu da cumhuriyetimizin hataları listesine eklemeliyiz.
Ancak hepimiz biliyoruz ki; kuvvet komutanı olabilen bir insanın bu bilgiye sahip olmadan işini yapabilmesinin hem kendisi için hem de ülkesi için maliyeti çok da yüksek olabiliyor. Bu bilgiye sahip olsalardı belki çok uzun yıllar önce Kürt vatandaşlarımızla bir diyalog başlatılabilir, hoşgörü ve anlayış ortamı yaratılabilirdi. Bunca acı, korku çekilmesine de gerek kalmayabilirdi.
Şimdi ben şu basit sorunun peşindeyim. İnşallah bundan 5-6 yıl sonra bir başka komutan ‘Bizlere cemaat gerçeği yanlış anlatılmıştı, gerçeği bilmiyorduk’ diye konuşmak zorunda kalmaz.
Sadece bunu engellemeye çalışıyorum. Bu kez iş işten geçince akıllar başa gelmesin.
Konuşulsun, ‘Büyük Diyalog’ başlatılsın. İlk kez, istihbarat raporlarının anlattığının dışına çıkarak anlamaya çalışın karşınızdakini. Bunun yapılmamasının hepimize maliyeti çok yüksek olabiliyor.
Arkadaşım Oray, dünkü yazısında ‘Beyaz Türkler ile TSK’nın kaygıları ilk kez ortak’ demiş.
Hayır; belli ki ‘Beyaz Türkler’i benim kadar iyi tanımıyor. Çünkü çoğu sonradan pişman olsalar da darbeleri desteklemişlerdir. Aynı insanlar şimdi yine yanlış yapıyor olabilirler. TSK’nın bir yanlışına daha destek veriyor olabilirler. Ayrıca kaygı paylaşıldığının yaygın olduğu kanısı yanlış da olabilir. Çünkü bana özellikle kadın okuyucularımdan gelen destek, ‘Korku ortamından ve ‘Tehdit algılaması’ kültüründe yaşamaktan özelikle kadınlarımızın bıktığını gösteriyor.
İnanç nasıl ki medeniyetin bir gerçeğidir cemaat de Türk toplumunun bir gerçeğidir. Biz istesek de istemesek de bu böyle. Kafamızı devekuşu gibi kuma sokarak sevmediğimiz gerçekliğin değişmesini beklememizin hiçbir yararı yok. Çünkü eğer bir değişim illa da olacaksa bilelim ki değişim, gerçeklere kendi beynini kapayanların arzuladığı yönde olmayacak.
Öğrenelim, anlayalım, ötekiyle empati yapalım. Herkes kendi ötekisiyle empati yolları açsın, ülkemizi bu tehlikeli fay hattının içine düşmekten kurtaralım. Bu topraklarda bir arada yaşamakta olan bizler istersek bunu mutlaka başarırız.
Buna inanıyorum çünkü bu tür başarılar bizlerin geninde var.
Bir zamanlar ‘Pax-Ottomana’yı başardık. 21’inci yüzyıl da ‘Pax-Türkiye’ çağı olsun.
Akşam, 22.4.2009
|
Selâm olsun “kuru et yiyen kadının oğlu”na!
“Mekke’nin fetih günüydü...
Bir adam Resulullah’ın yanına yaklaştı. Korkudan, heyecandan titriyordu.
Resulullah da gördü adamın bu halini ve dönüp seslendi: “ Titremene lüzum yok, ben kral değilim “
Ve ardından dedi ki; “ Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben.”
Bu hadisi her okuyuşumda sarsılırım.
Düşünün...
Mekke’yi fetheden kuvvetlerin başındaki kişinin ve Peygamber’in önünde titremez de insan, kimin önünde titrer? “
İktidarı olağanüstüleştirme “ insanlık tarihi kadar eski bir hikâyedir çünkü..
Hatta geçmek bilmeyen bir hastalıktır.
Güçlülerin, militerlerin, kendine soy sop iktidarı ve havası yaratanların, en sıradan makamların sahiplerinin önünde korkar, ezilir, büzülür, titrer insan..
Ya bugün?
Popüler şöhret denen şeyden bir parça nasiplenmiş kişilerin bile yanına yanaştığında titremeye kapılıp ağzını açamayanları görürsünüz.
Nedir Peygamber’i böyle davranmaya, böyle söylemeye iten?
İlk akla gelen hep tevazu kavramı olur bu durumlarda.
Tevazu deyip geçmek doğru olur mu?
Hayır! Yanlış olur.
Hele tevazuyu alçakgönüllülük veya kendini küçültme olarak ele alıyorsanız, bu iyice yanlış olur.
Çünkü “ Titremene lüzum yok, ben kral değilim “ diyen Hz.Muhammed, unutulmamalıdır ki, Adem Aleyhisselam’dan beri Peygamber olduğunu, yani “ fark “ını hep dile getirmiştir.
(...)
Âlemde “ kral olma “nın; saltanat kurup, saltanat sürmenin çarpıklığı dır burada altı çizilen, hiç kuşku yok!
“ Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben “ sözüne gelince...
Nasıl da ürperticidir!
Elbette bu meselelerin acemisi ve ilahiyatçılara hem saygı duyup hem de kibirlerinden ürken biri olarak altından kalkamayacağım kadar ileri gitmek istemem.
Ama Peygamber’in bu sözünde tatlı bir dalga geçmeyle, derin bir “hakikat”in bir arada bulunuşunun beni çok etkilediğini söylemeliyim.
Belli ki, yanında tir tir titreyen adama şunu hissettirmek istemiştir.
Demek istemiştir ki...
Peygamberim, farkım bu..
Başka farkım yok.
Sen ve ben insanız.
Beni sana üstün kılacak, ne soy sop, ne kavim ne de bir iktidar bağı olamaz.
Bu konuyu neden açtım, neden bu hadisi köşeme taşıdım?
Anlatayım..
Kutlu Doğum Haftası’ndayız.
Fakat malum merkez medyanın şu köşelerinde her konuda yazarız, atarız tutarız da, bu konulardan köşe bucak kaçarız!
Ben bu tavrı hiç anlamam, anlayamıyorum.
Çağın bütün frekanslarına, bütün sorunlarına, bütün tatlarına açık biriyim.
Ama aynı zamanda bu coğrafyanın, bu tarihin, bu manevi iklimin insanıyım.
Yazım, sözüm, fikrim ve duygularım nasıl o iklimden ve o iklimin meselelerinden uzak durabilir ki!
İstedim ki, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle okurlarıma Peygamber’in (pek öne çıkmamış) bir sözünü hatırlatayım.
Belki bu noktadan başlayarak..
İslam ve ırkçılık; İslam ve hiyerarşi; İslam ve iktidar; İslam ve eşitlik konularını bir daha düşünme şevki doğar içimizde!
Sabah, 22.4.2009
|