Âlem, okunaklı bir kitap gibi
San'at eserindeki san'at ruhu ne kadar derinse, ne kadar incelik varsa ve ne kadar mahir bir elden çıkmışsa, o nispette müştak seyircileri etkiliyor. Ruhu san'ata duyarlı insanlar için âlem, her mevsimiyle, her zaman dilimiyle özel bir durum yansıtıyor. Âlem, bir ‘kitab-ı kebir -i kâinat’ olarak, okunaklı satırlar, sayfalar içeriyor. İbret nazarıyla, ‘güzel’ denen masnuat, birer İlâhî san'at abidesidir.
Göz, kulak ve sair organlar aracılığıyla insan dünyasına misafir olan hissedişler, görüntüler insanda bir takım müsbet çağrışımlara vesile olmaktadır. Organların fıtrî rızıklarını temin etmek ve amacı doğrultusunda kullanmak, tam bir terapidir. Pozitif iç konuşmalar, müsbet hissedişler, insan âleminde olumlu görüntüler oluşturmaktadır. Onun için büyük âlem kitabının okunaklı mevsimi baharı ve diğer mevsimlerini tefekkür etmek, tam bir huzur halidir. İnsanın âlemle manen konuşması, bir rahatlama vesilesidir.
Rabbani san'atları incelemek,
insanı mutlu ediyor
Duyu organlarımızın dikkatini çeken san'at eserleri, san'at-ı Rabbanidirler. Bütün mahlûkatta nazar-ı dikkatimizi çeken bütün san'atlı mahlûklar, Yaratıcının isimlerinin belirgin hale geldiği eserlerdir. Yani canlı mahlûkata ve özellikle de insana yüklenmiş olan âlî programlar, yine Yaratıcının âlemdeki Rabbanî san'at eserlerini okumak ve anlam okuması yapabilmek üzerine programlanmıştır. İnsan bu faaliyetiyle tefekkür etmiş olmaktadır ve bu haliyle de o organlar fıtratlarına uygun işler yapıyor oldukları için bir rahatlık ve huzur içerisindedirler.
Aynaya baktığımızda beğendiğimiz, âlemi temaşa ettiğimizde haz duyduğumuz tamamen, Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tezahürlerinden başkası değildir. Onun için insanın o güzellikleri sahiplenme hakkı yoktur. İnsanın kendi varlığı ve âlemde var olan bütün mahlûkat, birer emanet tablolardır. Âlemde hikmetli, san'atlı ne kadar masnu varsa, hepsi O’nun isimlerine birer ayinedir. Bu gözle bakıldığında güzel olan her şeye bakmak sevaptır.
İnsana teçhiz edilmiş olan organlar, yaratılış maksatları doğrultusunda kullanıldığında, yani her şeyi yaratıcı bağlantılı düşündüğünde, mutluluğa çalışmış olmaktadırlar. Bir anlamda da o organlar için ibadet hali içerisinde olmaktadır.
Bahar, insanda yeni sayfalar açıyor
Âlemdeki bütün san'atlı varlıklar, bir yönüyle insanda bir takım kapılar açmaya dönük programlanmıştır. Bu amaca hizmet etmeyen bütün kabuller, nefsî tercihlerin öncelenerek atıldığı adımlardır. Şükre, ibadete, zikre, tefekküre vesile olmayan bütün varlık tasarrufları, gaflet hali içermektedir.
Çiçeğin, böceğin, güneşin
neyini konuşalım diyenler var
Gençlerle, birer ders ciddîyeti içerisinde, bahar tefekkür gezintileri yapıyoruz. Haydin düşüncelerinizi paylaşın diyorum. Gençler çok ciddî şekilde çağrışım fakirliği içerisinde bulunuyor. Meselâ sarı çiçeğe, sadece bir sarı çiçek bitkisi olarak bakıyorlar. Kelebek çoğunun gözünde, sadece bir böcek çeşidi olarak yer alıyor. Böyle olunca da, hayatın unsurları pek de fazla bir anlam taşımamaya başlıyor. Bu gözle güneşin de, ayın da, rüzgârın da, yağmurun da, mor çiçeğin de, uğur böceğinin de, kıpkırmızı gelinciğin de, bembeyaz papatyanın da bir anlamı kalmıyor. Bazıları birer gök cismi, bazıları birer bitki çeşidi, bazıları da böcekler… Yani ne var bunda konuşulacak? Kabilinden yorumlar yapıyorlar. Tabiî ben de şaşkınları oynuyorum. Bahar mevsiminde, bütün tabiat kendi lisanlarıyla varlıklarını haykırıyorken, yazacak bir şey bulamıyorum demek, yaşamıyorum demek gibi bir şey. Böyle insanlar bir müddet sonra, baharı, sonbaharı anlamsız bulmaya başlayacağı gibi; daha biraz daha ilerleyince anneyi, babayı, kardeşi; vatanı, milleti, devleti; en sonunda da insanları, kendisini, yaşamayı anlamsız bulmaya başlayacaktır. Ve anlamın bittiği yerde de, geriye bir şey kalmayacaktır. Onun için ne yapıp etmeli, insanlara yeni baştan bir okuryazarlık öğretmeli. Ama bu kelime okuryazarlığı değil, anlam okuryazarlığı olmalıdır.
Bir göl kenarında, yakamozlar
içerisinde, gün batımı düşünceleri
Gençler, varlık üzerinde kompozisyon peşindeyken, aynı anlam avcılığı titizliği bizim için de geçerliydi. Bir akşamüstü, göl kenarında, gün batımında bankta oturan birisini nedense insanlar, ‘acaba ne oldu?’ diye değerlendiriyorlar. Yani kişinin kendisine zaman ayırması, dinlenmesi, tefekkür etmesi, hatta bir şeyler karalaması hoş bir algı oluşturmuyor. Ama doğru olan bu algı değil. Ben de aldığım notları sizinle paylaşmak istiyorum.
“Gün batımlarını hep merak etmişimdir. Batınca nereye gidiyor güneş? Bizden ayrılınca kimlere misafir oluyordur, bizi gittiği yerlere nasıl anlatıyordur? diye.
Zaten giderken çok şeyler götürüyor bizden. O gidince bir yanımız hep eksiliyor. Kopuyoruz biraz daha hayattan. Heveslerimiz biraz daha azalıyor. Anlaşılan iki adım daha geriliyoruz aşağıya.
Güneşi bekliyorum, ama ödüm kopuyor
Bu satırları, saat 18.00 sularında, göl kenarında, yakamozlar arasında karalıyorum. Bankta otururken göldeki kuğular, belki bir işe yarar diye yanıma doğru çekiyorlar paletleri.. Tabiî bende umduklarını bulamayacaklarını anlayınca, çaktırmadan uzaklaşıyorlar.
Kendi kendime, işe yaramamak böyle bir şey olsa gerek diyorum. Hiç uğranılmayan bir liman gibi, ha varlığı ha yokluğu. Oysa onlar göl için birer vazgeçilmez, birer güzellik kaynağı idiler. Peki insan niçindi? diye soruyorum kendi kendime. Tabiî ben yine de güneşin gittiği yeri düşünüyorum. Onunla birlikte gönderdiğim düşüncelerim geri dönmediler. Onlar da battı gitti. Yine de ertesi gün gelecek düşüncesiyle, hep güneşi bekliyorum. Geceyi bir otobüs durağı gibi değerlendirip, sabaha kadar bu durakta güneşi bekliyorum.
Bir gün beklemediğim bir taraftan doğar diye ödüm kopuyor. Ama sanki güneş, böyle bir sürprize hazırlıyor kendini. Ne yapalım, bekleyip göreceğiz.
Özellikle bu günlerde, sergi salonu müştak seyirciler bekliyor.
18.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|