"Gerçekten" haber verir 18 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Çıtayı nereye koyacağız?

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un konuşma metnini beğenenler var; hiç beğenmeyenler var; geçmişe göre büyük ilerleme olarak görenlere var; eskiden kimilerinin yaptığı gibi azarlamadığı, tehditler savurmadığı için sevinenler var.

Sanırım burada asıl mesele “çıtayı nereye koyacağız” sorusuna verilen cevapta yatıyor. Bir Genelkurmay Başkanı’nın büyük bir tantanayla toplantı düzenleyip, ülkenin bütün gazetecilerini karşısına alıp Türkiye’nin bütün temel politikaları hakkında ordunun “görüşlerini” dikte etmesini, dikte edilen o görüşlerin kimisinde geçmişe göre yumuşama var diye olumlu mu bulacağız?

Kimse kusura bakmasın ama benim çıtam hep kendimce ideal olan yerde durmaya devam edecek. Mesela, generallerin bana ülke sevgisini bir vatandaşlık görevi olarak yükleyen konuşmalar yapmalarını asla kabul etmeyeceğim. Üst kimlikten ne anlamam gerektiğini, ulus devletin geleceğinin ne olacağını, affın çıkıp çıkmayacağını bana dikte etmesini hiçbir zaman normal karşılamayacağım. Kendileri için kendi kafalarına göre bir özerklik alanı belirleyip bana dayattıklarında kaale almayacağım, demokrasinin bildik sınırlarını savunmaya devam edeceğim.

Eğer Genelkurmay Başkanı, herhangi bir sivil kuruluşun düzenlediği bir panele konuşmacı-tartışmacı olarak katılsaydı, o zaman durum farklı olurdu. Bu entelektüel zeminde isteyen onunla postmodernizmi de, Weber’i de, Huntington’ı da tartışırdı. Ama bugün sözünü ettiğimiz toplantının zemini bu değildir. Bu zeminde onunla siyasi-ideolojik polemiğe girmek, bu fikirlerin o zeminde ifade edilmesini meşrulaştırmaya yarar.

Aslına bakarsanız Genelkurmay Başkanı’nın basına ve kamuoyuna böyle geniş katılımlı bir açıklama toplantısı yapması çoktandır son derece acil ve gerekli hale gelmişti. Ama bu toplantının bambaşka bir gündemle yapılması gerekiyordu.

Düşünün ki, bir dönemin askeri görevlileri tarafından işkence edilip öldürülmüş insanların kemikleriyle yüzleştiğimiz günlerden geçiyoruz. Missing filmini aratmayan sahneler anlatıyor kimi tanıklar: helikopterden canlı canlı insan atılma iddialarıyla uykularımız kaçıyor. Binlerce faili meçhul ceset yeraltında gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Ordu mahfillerinde darbeci kliklerin cirit attıklarını, genelkurmay başkanlarına suikast planları yaptıklarını öğreniyoruz.

Kamuoyu aylardır böylesine tüyler ürpertici bir dehşet filmini izlemekteyken Genelkurmay’ın yapması gereken şey Atatürkçülüğün ne olup ne olmadığı bize öğretmeye kalkmak mıdır; yoksa şu JİTEM cinayetleri ile ilgili ne yaptığını, ne ettiğini, ne düşündüğünü artık açıklamak mıdır?

Biz şu anda Genelkurmay Başkanımızın ulus devlete bakışını değil, Sarıkız ve Ayışığı darbe teşebbüslerinin tekrarlamaması için ne gibi tedbirler aldığını merak ediyoruz. JİTEM’i inkara devam edip etmediklerini, Abdülkadir Aygan’in ifadesi hakkında ne düşündüklerini öğrenmek istiyoruz. Bundan böyle ordu deposundaki silahların kanlı provokasyon eylemlerinde kullanılmasının önüne geçmek için neler yaptıklarını açıklamalarını bekliyoruz.

Kürt sorununun siyasi çözümü hakkındaki fikirlerini değil, Güçlükonak katliamı ile ilgili görüşlerini merak ediyoruz.

Realiteden bahsediyor kimileri... Bu ülkede ordunun siyaset üzerindeki hegemonyası bir realiteyse, bu realite yokmuş gibi düşünemezsin, davranamazsın, diyor.

Peki ya bu realitenin değişmesini istiyorsan ne yaparsın?

Beklentilerimizin sınırlarını verili koşullarla sınırlamak, o realiteyi yeniden ve yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz. Gerçekçi olmak adı altında, işlerin başka türlü de olabileceğini düşünmemiz kısıtlanır. Ayakları yere basmak adına, bugünkü düzenin bütün koşullarını “veri” kabul etmemize ve çözüm önerilerimizi böyle bir önkabul üzerine oturtmamıza yol açar. Bu, insan zihnine kurulmuş müthiş bir tuzaktır ve unutmayalım ki tarih boyunca bu tuzağa düşen nice parlak zihin olmuştur.

Bugün, 17 Nisan 2009

Gülay Göktürk

18.04.2009


Bana ne bu konuşmadan?

Genelkurmay Başkanı konuştu geçenlerde. O günden bugüne, ne dediğini analiz ediyor, anlamaya çalışıyoruz. Şunu demiş, bu analizi yapmış, şu düşünüre atıfta bulunmuş... İyi de, bana ne?

Orgeneral Başbuğ’un konuşması, büyük ölçüde askerin görev alanının dışında. Kimlik, modernite, din nasıl olur da Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasının ana gövdesini oluşturabilir? Yurt savunması için eline silah verilmiş bir kurumun başkanının yurttaşlara anlatacağı başka şeyler olmalı. Örneğin, önceki gün bir F-16’nın neden düştüğü... Veya Abdülhamit Bilici’nin açıkladığı, ‘akredite’ olmayan bir haber ajansı muhabirini ‘kurtarma(ma)’ olayına ilişkin neler yapıldığı veya yapılacağı... Bunları açıklamaya ne derler acaba?

İçeriğinden bağımsız olarak, komutanların siyasal analizler yapmaları demokratik ülkelerde normal karşılanmaz. Asker, sivil otoritenin altında savunma organizasyonundan sorumludur, ülkenin nasıl ve kimler tarafından yönetileceğinden değil. Türkiye’nin ‘özel koşulları’na sığınılıp siyasete, topluma, ekonomiye ve hatta kavramsal dünyamıza müdahale etmenin ne demokrasiyle ne de askerlik işiyle bir alakası vardır. Üstelik Huntington’ın 1957 yılında yayınlanan ‘the Soldier and the State’ kitabından çağdaş demokratik bir sivil-asker ilişkisi modeli çıkmaz. Zaten amaç da çağdaş bir modeli örnek almak değil herhalde.

Ayrıca ‘sivil refleks’in asker-dışı çevrelerde de pek noksan olduğu görülüyor. Öyle olmasa ülkenin neredeyse bütün ulusal televizyon kanalları Genelkurmay Başkanı’nın verdiği bu sunuşu canlı yayınlamazlardı. Kaç gündür Genelkurmay Başkanı’nın dediklerinin şifrelerini çözmeye çalışıyoruz. Birçok demokrat aydın, yazar bile söz konusu konuşmadan ‘açılım’ çıkardı.

Bu ‘dil’i ve ‘sunum’u veri alarak tartışmaya başladığımız anda o dilin ve eylemin meşruiyetini de kabul ediyoruz demektir. Komutanlar da tabii ki sosyal ve siyasal olaylara ilişkin fikir ve kanaat taşırlar, ama bunları üniformalarıyla açıkladıklarında ‘tartışma kapanır’. Emir-komuta ilişkisi ‘tek yorum’a, ‘tek hakikat’e izin verir çünkü. Üstelik Orgeneral Başbuğ’un ulus devlet, millet, kimlik, cemaat yorumlarından belli politik sonuçlar ve öneriler çıkar, başka analiz ve öneriler de dışlanır.

Komutanlar düşünce tartışmalarına hazırlarsa, önce üniformalarını çıkarmaları, ellerindeki silahları bırakmaları gerek. Aksi halde ‘özgür bir tartışma’ olmaz. Ama ille de bunu yapmaları gerekmez. Memleketin askere de ihtiyacı var yurt savunması için. Yalnız bu silahlı güç, din toplum ilişkisinin, modernleşmenin, kimliğin, tarihin, demokrasinin ‘doğrusu’nu ‘öğretmeye’ yeltenirse hem toplumun öz ve özgür tartışmasını bozar hem de kendi işlerinin kapsamı dışına çıkar.

Tamam, asker güvenlik meselelerini anlatsın, dinleyelim; ama güvenlik deyince de içine ne olursa koyuyorlar. Güvenlik şemsiyesinin altına alınmayan hiçbir konu kalmıyor. Bunun adı, ‘güvenlikleştirme’; yani, bir iktidar kurma ve meşrulaştırma aracı. Her konu güvenlik kavramının içinde ele alındığından bütün kararların nihai mercii olarak ordu çıkıyor karşımıza. Böylece siyasal ve toplumsal alan ‘askerileştiriliyor’, neredeyse bütün ülke, bütün alanlar ve bütün karar mekanizmaları ‘askerî bölgedir, girilmez’ levhalarıyla sivillere kapatılmaya çalışılıyor. O yüzden bu ‘güvenlik dil’i çok işlevseldir; iktidar kurar, sivil ve siyasal alanları denetler. Yapılması gereken, bu ‘askerîleştirilmiş dil’den uzak durmaktır. Orgeneral Başbuğ’un konuşması bu noktada bir ‘masterpiece’dir; bazı liberal demokrat yazarları bile bu ‘dil’ içine ‘angaje’ etmiştir. Bu konuşma ve konuşmaya yüklenen anlam ve önem, Türkiye’nin hâlâ askerî vesayet rejimi altında olduğunun bir göstergesi.

Akademik analiz (bazılarının sevdiği bir kelimeyi kullanırsak) ‘kisvesi’ altında askerin örtülü ‘vesayet siyaseti’ izlemeyi sürdürdüğünü görmek gerek. Aksi halde, ‘sözde sofistike’ bir dil çerçevesinde ‘vesayet’ kendine yeni kanallar açarak yoluna devam eder.

Zaman, 17 Nisan 2009

İhsan Dağı

18.04.2009


Demokrasilerde böyle bir şey yok

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ iki saat süren bir konuşma yapıyor.

Ülkenin neredeyse tüm televizyon kanalları canlı olarak bu konuşmaya kilitleniyor.

Ertesi gün yazılı basında tüm manşet ve yorumlar bu konuşmaya ayrılıyor.

Normal mi, olağan mı?

Hayır değil.

Demokrasilerde görülür mü?

Sanmıyorum.

Bir de asker ve siyaset penceresinden bakalım konuşmaya.

Orgeneral Başbuğ’un ele aldığı konuların çoğunluğu siyasetin çerçevesine oturmuyor mu?

Elbette oturuyor.

Türkiye’nin siyasal nitelikteki bazı temel sorunlarına değindi Orgeneral Başbuğ.

Kısacası, ‘siyaset’ yaptı.

Demokrasilerde bu yok.

Peki ama bu konularda düşünmeyecek mi, konuşmayacak mı, görüşlerini dile getirmeyecek mi?

Hiç kuşkusuz hepsini yapacak. Ama devletin kapalı kapıları arkasında, siyasal otoriteyle birlikte, Milli Güvenlik Kurulu gibi anayasal kurumlarda yapacak.

Kısacası:

Genelkurmay Başkanı’nın bazıları hayli tartışmalı olan siyasal konulara kamuoyu önünde böyle girmesi doğru olmadı. Konuşmasında demokrasiyi sık sık vurguladı ama demokrasinin en temel gereklerinden birine uymadı.

Bu klâsik konuyu geçelim.

Orgeneral Başbuğ’un konuşmasında kimlikler geniş yer tuttu. Etnik kimlik ve siyaset, dini kimlik ve siyaset konularını ele aldı.

İnsanların kimliklerine sahip çıkmaları, kimliklerini yaşamaları, geliştirmeleri en doğal haklarıdır. Demokrasilerde farklılıklara özgürlük ve saygı en temel konudur.

Kürt olur, Türk olur. Müslüman olur, Hıristiyan olur, Yahudi olur, ateist olur. Sünni olur, Alevi olur. Şu cemaate, bu cemaate ya da tarikata yakın durur. Bütün bunları nasıl yaşamak istiyorsa, öyle yaşar.

Buradaki ölçü, ‘şiddet’tir.

Şiddeti reddetmektir.

Etnik kimlik üzerinden siyaset yapılır mı? Yapılır. Yasak olan şiddettir, silaha başvurmaktır demokrasilerde...

Etnik kimliği, dini kimliği bastırdığınız vakit, bu hem demokrasi ve insan haklarına aykırı olur, hem de geri teper.

Türkiye’de geri teptiği gibi...

Kimliklerin bu ülkede baskı altına alınmış olmasının acı, trajik sonuçları Orgeneral Başbuğ’un konuşmasında vardı:

TSK’dan 4970 şehit.

PKK’dan 40.000’e yakın ölü.

Ve 1335 köy korucusu...

Bu kan ve göz yaşına Susurluk’u, JİTEM’i, faili meçhul cinayetleri ekleyin. Demokrasi ve hukuk devletinin yediği darbelerle Ergenekon’a açılan yolu ekleyin. Silah ve çatışma yerine son çeyrek yüzyıl içinde kalkınmaya gidebilecek, bu ülkede aş ve iş sorununu çözebilecek olağanüstü kaynakları ekleyin.

Önümüze felaket bir tablo çıkıyor o zaman...

Sayın Genelkurmay Başkanı;

Sonra da lütfen düşünün!

Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu devletin ve gelmiş geçmiş hükümetlerin, askeri yönetimlerin ‘kimlik siyasetleri’ konusunda, “Kürt yok Türk var!” derken, ‘Kürtçe yasak!” derken, “Kürt var Kürt sorunu yok!” derken ya da dini cemaatlere ve tarikatlara baskı uygularken, hangi yanlışları yaptıklarını iyi düşünün.

Ve bu yanlışlardaki ‘askerin payı’nı da mutlaka hesaba katın.

Bu yanlışlar yok konuşmanızda.

İpuçları da yok.

Bu nedenle, özenle hazırlandığı belli olan iki saatlik bir konuşmaya rağmen inandırıcılık meselesi varlığını korudu.

Ve aklıma takıldı:

Yanlışları şöyle ya da böyle kabullenmeye başlamak için ille de emekli mi olmak lazım?..

Biliyorum, söz uzadı.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’u iki saat boyunca konuşturan öncelikli iki temel konu, iki temel sorun vardı:

Kürt kimliği...

Müslüman kimliği...

Kürt sorunu...

Din sorunu...

Eğer bu sorunlardan içtenlikle kurtulmak istiyorsak, Atatürk dönemi dahil Cumhuriyet tarihimize eleştirel gözle bakmak alışkanlığını edinmek, devletin baskı ve sopa politikasından vazgeçmek ve kusurlu demokrasimizi düzeltmek şarttır.

Yoksa barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğü bu ülkede yerli yerine oturmaz; aş ve iş sorunu çözülmez; refah kapımızı çalmaz.

Keşke Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un konuşması, Türkiye’de barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından askeri de, sivili de içine alacak özgür bir tartışmanın başlangıcı olabilse...

Ve son söz:

Türkiye’de Genelkurmay Başkanları yerine, böyle hazırlanmış, üstünde düşünülüp taşınılmış, kurmay ürünü konuşmaları Başbakanlar yapsa ne iyi olur.

Milliyet, 17 Nisan 2009

Hasan Cemal

18.04.2009


Asker gölgesi ve demokrasi

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un gürültü yaratan konuşmasını değerlendirmeye devam ediyoruz.

Konuşmanın henüz başlarında şunları söylüyordu Genelkurmay Başkanı: “Demokratlık kisvesi altında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı sistematik muhalefet yapılması demokrasimizi geliştirmeyecektir. Bu çoğulculukla ifade edilebilecek ve açıklanabilecek bir husus değildir. Aynı şekilde Silahlı Kuvvetler’i demokrasinin gelişmesinde, çoğulculuğun toplumsal bir boyut kazanmasında engelleyeci bir kurum olarak göstermek yanlıştır…”

Bu sözleri kaçıncı kez duyuyoruz askerden…

Madalyonun diğer yüzünü, askerin geleneksel meydan okumasını anlatıyor bu sözler…

Bu sözler sadece eleştiriye tahammülsüzlüğü ifade etmiyor, bir aydın karşıtlığı ve bilgiye yönelik tepkiyle iç içe giriyor.

Eleştiriyi kurum yıpratma, orduya düşmanlık kabul etme alışkanlığı “söz ve karar tekeli”nin askeri zihniyetin parçası olduğunu da gösteriyor.

Demokrasi kisvesi sözü bu açıdan son derece manidardır.

Ne var ki demokrasilerde bu işler böyle olmuyor…

Genelkurmay Başkanı’nın önce şunu hatırlaması gerekir.

Siyaset ve devlet ayrımı, siyaset ve toplum ilişkisi demokratik toplumlarda kurumların, darbe yasaları ve anayasalarının yaptığı tanımlar üzerine oturmaz. Askerin ben siyasete müdahale etmiyorum, ilgilendiğim devlet meseleleridir demesiyle kimi meseleler siyasi alandan çıkmaz, topluma kapanmaz…

Siyaset, toplum, devlet ilişkileri ve alanları ülkelere göre değişmez… Otoriterlik ve totaliterlik tanımı da öyle…

Siyasi alana devlet adına kural koyan asker siyasetin merkezindedir. Böyle bir rejim ise otoriter rejimdir…

Hiçbir gerekçe, ülkenin koşulları, coğrafyası, etnik ve dinsel haritası bu durumu değiştirmez…

Neden eleştiriliyor asker Türkiye’de?

Hatırlatmaya gerek var mı.

Bu ülkede 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi doğrudan ve dolaylı askeri müdahalelerin yaşandığını, ülkenin siyasi hayatının yarısından fazlasının sıkıyönetimler ve olağanüstü haller altında geçtiğini bilmeyen var mı?

Biri başbakan, ikisi bakan üç insan asıldı darbelerde, birçok başka başbakan hapislere girdi… Neden oldu bunlar?

Siviller yeteneksiz olduğu için mi?

Askeri vesayet mantığından kaynaklandı bunlar…

Dolayısıyla askere yönelik eleştiri onun askeri işleviyle ilgili değildir, siyasi fonksiyonuyla ilgilidir. Asker siyasi fonksiyona soyunduğu oranda bu eleştiri devam edecektir. Zira asker ve siyaset ilişkisi, daha doğrusu (askerin anlayacağı biçimde söyleyelim) asker-siyasi karar ilişkisi böyle sürdükçe, sınırları asker çizdikçe, yasal değişikliklere muhtıralarla, yüksek mahkeme yargıcı ayarlamalarla, baskılar, olmadı darbelerle yanıt verdikçe bu ülkede gerçek anlamda demokrasiden söz edilemez…

Askerin gölgesinin yansıdığı yerde demokrasi olmaz…

Asker siyasetin göbeğinde olduğu sürece siyaset sadece rejim tartışmalarına ve kutuplaşmalarına kilitlenir ve normalleşemez… Normalleşemediği oranda demokrasi olgunlaşamaz, dahası siyasetçi olgunlaşamaz…

Şunu unutmayalım ve Başbuğ da unutmasın…

Sivil toplumun iki şiarı vardır: Özgürlük ve eşitlik…

Kışlada ya da askeri toplumda ise eşitliğin karşılığı hiyerarşidir, özgürlüğün karşılığı ise itaat… Her ikisini yasalar tanımlar, o zaman demokrasiyi tanımlayan yasalar değildir, o yasaların ruhudur. Yasanın ruhu özgürlük ve eşitlik üzerine dayanırsa o düzene demokrasi denir…

Askerin egemen olduğu düzende hiyerarşi ve itaat hakim olur, bunu ne yumaşak dil değiştirir, ne de 21. yüzyılda 19, yüzyılın aydınlanmacı felsefecilerinin bugün tarih başlığında ele alınacak görüşleri…

Yeni Şafak, 17 Nisan 2009

Ali Bayramoğlu

18.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis