Fransa, sürekli olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkıyor. En son Obama’nın ABD ve Avrupa’nın Müslümanlara, adaletsizlik, hoşgörü ve şiddetle mücadelede dost, komşu ve paydaş olarak bakması gerektiği, bu tavrını gösterme yolunun da Türkiye’nin, AB üyeliğini kabul etmesi olacağını söylemesiyle, bu karşı çıkış açıkça görüldü.
Fransa devlet başkanı Sarkozy ise Türkiye’nin AB üyeliğine ancak AB üyelerinin karar verebileceğini ve kendisinin “bu girişe daima karşı olduğunu” çok sert bir dille ifade etti. “Üye devletlerin büyük çoğunluğunun da Fransa ile aynı görüşte olduğunu söyleyebilirim… Türkiye çok büyük bir ülke, Avrupa ve Amerika’nın müttefiki. Ayrıcalıklı bir ortak olarak kalacak. Görüşüm değişmedi ve değişmeyecek”.
Bu karşı çıkışa gerekçe olarak Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi problemleri, reformların yavaşlığı ile Kıbrıs sorunu gösteriliyor. Sarkozy, Almanya’nın üyelik yerine “ayrıcalıklı ortaklık” teklifine, “Akdeniz Birliği” kurulması gibi alternatif bir teklifle katılıyor. Buna göre Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında kurulacak bu ekonomik birlik de Türkiye de çoğu AB ülkesiyle birlikte yer alacak.
Ancak Fransa’nın asıl karşı çıkış sebepleri bunlar değil. İlk olarak; Türkiye’nin AB’ye girmesi halinde Avrupa’nın büyük bir Türk göçmeni akımıyla karşı karşıya kalacağı korkusu egemen. Bu korkunun temelsiz olmadığı bir gerçek. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliğine girmesinden sonra bu ülkelerden gelen işgücü akımı, AB ülkelerinde ciddî istihdam sorunlarına yol açtı. Bu akımdan Fransa da nasibini aldı.
İkinci sebep; Türkiye’nin nüfus büyüklüğü sebebiyle AB içinde Fransa’ya eşit bir oy gücüne sahip olacak hâle gelmesi. Bu da AB içinde Fransa ve Almanya arasında var olan, kısmen de İngiltere’nin taraf olduğu güç kavgasına yeni bir cephenin eklenmesi anlamına gelecek.
Üçüncü sebep ise; Türkiye’nin ekonomik göstergelerinin, AB kaynaklarının çok fazla tüketilmesine sebep olacağı. Özellikle çeşitli sebeplerle şartları uygun olmadığı hâlde birliğe alınan Doğu Avrupa ülkeleri, AB kaynakları üzerinde zaten büyük bir baskı kaynağı oluşturuyor. Tarım işçiliği, istihdam, altyapı eksikliği gibi konularda gerekli olacak AB kaynak desteği, diğer AB ülkelerine çok pahalıya mal olacak.
Dördüncü olarak; Avrupa Birliği’nin coğrafî olarak bu kadar yayılmasının birliğin siyasal ve ekonomik alanlarda daha fazla birleşmesini engelleyeceği kanaati hakim.
Ancak bütün bunların yanı sıra; pek dillendirilmeyen, söylendiğinde ise “kültürellik” kılıfı uydurulan bir sebep daha var: Türkiye’nin Müslüman oluşu.
Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri adaylığına Türkiye’nin, karikatür krizi sebebiyle karşı çıkması üzerine Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, “bu konunun üzerimizde oluşturduğu baskı karşısında şok oldum” diyor ve ekliyor “Türkiye’nin gelişimi daha çok dindarlaşma yönünde, bu da beni endişelendiriyor”. Bu gerekçeyle, yakın zamana kadar Türkiye’nin adaylığına karşı çıkmayan Kouchner de muhalefetini ilân etti.
Tabiî Fransa’nın Cezayir kökenli Müslüman nüfusundan kaynaklanan problemleri de, Türkiye’ye bakışını önemli ölçüde etkiliyor. Bu bakışta Fransız kamuouyunun yüzde 81’inin Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması da etkili.
Bu sayılan gerekçelerin ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor. Bu sebeple Fransa, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmaya devam edecek. Bu konuda yalnız olmadığı, asıl karşı çıkanın Almanya olduğu da unutulmamalı. Almanya’nın karşı çıkma sebeplerini ve öngörülen 15-20 senelik süreç sonunda ortada katılmak isteyeceğimiz bir AB kalıp kalmayacağını ayrıca değerlendireceğiz.
18.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|