Bildik bileli işsizlik, Türkiye’nin problemlerinden biri. Fakat açıklanan son rakamlar, işsizliğin hafife alınmaması gerektiğini gösteriyor. Bu rakamlar, ülkemizin işsizlik konusunda Avrupa birincisi ve dünya ikincisi olduğunu gösteriyor. Oysa biz; hak, hukuk, adalet ve insan hakları konusunda birinciliklere hasrettik!
Açıklanan rakamlara göre 2009 Ocak ayı döneminde işsizlik, geçen yılın aynı dönemine göre 3.9 puan artarak yüzde 15.5’e ulaştı. Türkiye bu oranla bütün zamanların en kötü işsizlik rakamına ulaşmış oldu. Bu önemli gösterge, yaşanan ekonomik krizin bir neticesi. Türkiye’yi ‘idare edenler’ her ne kadar ‘bu kriz bizi çok etkilemeyecek, bankalarımız çok sağlam’ dese de rakamlar ortada. Bankalar sağlam, ama tezgâhlar durmuş vaziyette...
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ülkemizdeki toplam işsiz sayısı 3 milyon 650 bin kişiye ulaşmış. Bu rakamın 527 binini ise son dönemde işten ayrılanlar oluşturuyor. İşsizlikteki artış sadece nüfustaki artışla izah edilme kolaycılığını çoktan aşmış durumda. Sözkonusu olan yarım milyonu aşkın kişinin, var olan işinden ayrılması, işsiz kalmasıdır. Düne kadar zaten işsiz olan, belki bir şekilde sıkıntıya katlanmaya devam edebilir. Ama iyi kötü eline bir maaş geçen ve onunla kıt kanaat geçinmeye çalışan bir ‘işçi’nin işsiz kalması neticesinde düştüğü bunalımı tahmin etmek lâzım. İşsizlerin durumunu ancak işsiz kalmış olanlar bilir. Yoksa “bir eli yağda, bir eli balda,” masa başı’nda işsizliğe çare aradığını söyleyenlerin; işsiz kalanların durumunu anlamaları kolay değildir.
Türkiye rekor işsizlik oranıyla Avrupa lideri olurken, (Türkiye’yi İspanya takip ediyor) dünyada da Güney Afrika’nın ardından ikinci sıraya yükseldiğimiz açıklandı. Bu netice, Türkiye’yi idare edenlerin ‘havanda su dövmeyi’ bir yana bırakarak daha ciddî, daha netice alıcı çalışmalar yapması gerektiğini ortaya koyuyor. Burada mesele, ‘kriz var, kriz yok’ meselesi değil. İsterse kriz olmasın. Bu durum, var olan işsizlerin dertlerine çare oluyor mu? Bu sebeple, kriz tartışmasını bir yana bırakıp işsizliğe kalıcı çareler bulmak durumundayız.
Bir noktaya daha dikkat çekmek lâzım: Tarım sektörü (işsiz kalma noktasında) bu krizden daha az etkilenen sektör olduğu açıklandı. O halde unuttuğumuz ve el birliğiyle yok etmeye çalıştığımız ‘tarım’la yeniden barışmak, işsizliğe karşı bir çare olabilir mi? “Tarımla uğraşarak zengin olamayız” propagandası etkili oldu ve neticede bu noktalara geldik. Ülkemiz, tarımla barışarak belki de yeni bir sıçrama yapabilir. İdarecilerimiz İnşallah bunu da düşünür...
İşsizlik sadece ‘Avrupa birincisi olduk’ diye bizi korkutmamalı. Asıl tehlike, işsiz kalan insanların sürükleneceği manevî bunalımdır. Özür dilerim, ama ‘Aç ayı oynamaz’ şeklinde bir atasözümüz var. İşsizlik aynı zamanda sosyal hayatın düzenini sarsan en önemli sebeptir. İşsiz kalan genç ne yapacak? Sabahtan akşama kadar TV başında oturup evdekilerle ‘kavga’ mı edecek? Ya da ömrünü mahalle kahvehanesinde mi çürütecek?
İşsizlik rakamları hepimizi biraz daha düşünmeye sevk etmeli. İşsiz kalanlara; en kısa zamanda iş bulmaları için fiilî ve kavli duâlarımızı da eksik etmeyelim...
18.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|