Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Lem’alar isimli eserin Birinci Lem’a’sı, Yunus Aleyhisselâm’ın duâsının büyük bir sırrını harika bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yunus Aleyhisselâm’ın kıssasını hatırlarsak;
Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuştur. Deniz fırtınalı, gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette iken “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum” (Enbiya: 87) meâlindeki münacatı, onun bu durumdan sür’atle kurtulmasına vesile olmuştur.
Bu yazımızla buluşan bütün okuyucularımızı, önceden Birinci Lem’a’yı okumuş olsun veya olmasın, bu harikulade dersi bir defa daha okumaya dâvet ettikten sonra, yeni Müslüman olan Abdullah’la Birinci Lem’a dersimizde yaşadıklarımızı paylaşacağım satırlara geçmek istiyorum.
Bir buçuk yıl kadar önce İslâm’la şereflenmiş genç bir arkadaş olan Abdullah, babası (ölmeden önce) Katolik kilisesinde papaz; kız kardeşi Mormon Kilisesinde misyoner; annesi de kiliseyle içli dışlı olan bir aileden geliyor.
Kendi tabiriyle “cahiliye devri” diye anlattığı İslâmiyet öncesi hayatından hiçbir iz taşımıyor Abdullah. Bir şey hariç:
Abdullah’ın eski hayatından yeni hayatına taşımak zorunda olduğu bir emaneti var; Yahya ismini verdiği bir buçuk yaşlarında bir masum evlât…
Oğlunun doğumunun bir hafta sonrasına denk gelen İslâmla müşerref olma hadisesinden sonra Abdullah, Müslüman bir kişilik olarak, Yahya’yı en güzel şekilde yetiştirme gayretinde olan bir baba…
Tam da bu noktada yeni Müslüman olan kardeşlerimizde gözlemlediğim bir iki notu aktarmak istiyorum.
Onların haram-helâl konusundaki hassasiyeti çok muhteşemdir. Sünnet’e uygun yaşama gayretleri dikkat çekicidir. Sigara tiryakisi olanların çok iyi anlayabileceği bir durumdur sigarayı bırakmanın ne kadar zor olduğu; bu kardeşlerimiz Allah’ın yasak kıldığı bütün tiryakiliklerini bir şehadetle tarih sayfalarında bırakmışlardır. Hakikat-i İslâmiye fitrî olduğundan, zevkle seve seve bu yolu tercih etmişlerdir. Önceki hayat ve “inanç”ları konusunda şimdi takındıkları tavır çok dikkatle izlenmesi gereken bir hâldir. Muhakkak onların bu hâllerinde âlem-i İslâm için çok büyük dersler vardır.
***
Abdullah, Kur’ân okumayı bilmediğini ve öğrenmek istediğini bizlere söylemiş ve biz de ona bu konuda yardımcı olabileceğimizi iletmiştik. “Elif-Ba” dersleri için zamanı belirledikten sonra derslere başladık. Ondaki öğrenme isteği, çok hızlı yol almamıza vesile oluyordu. Kendi ana dilinde bulunmayan sesleri çok hızlı bir şekilde öğreniyor ve tatbik ediyordu.
Bir saati aşkın ilk dersimizin sonunda çay molası verdiğimizde, Abdullah’la çeşitli konularda sohbet ettik. Çaylarımız bitti ve bir ders okuması için Lem’alar’ı (Flashes) ona takdim ettim. Birinci Lem’a’yı açtı ve okumaya başladı.
Ne ile karşılaşacağımı bilmeden takip etmeye çalışıyordum. Yunus Aleyhisselâm’ın kıssasının anlatıldığı bölüm bitti ve “İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir…” cümlesiyle kıssadan “hisse”ye geçmiştik ki, Abdullah orada okumayı bıraktı.
Risâle-i Nurların İngilizce tercümelerinde (Rabbim Şükran Vahide Abladan razı olsun, bizlere de Risâle-i Nurlarla imana, Kur’ân’a hizmet etmeyi nasip eylesin) günlük hayatta pek kullanılmayan kelimelere rastlamak mümkün. Bu durumu bildiğimden Abdullah’ın duraklamasını ona yordum.
Fakat bir müddet sonra Abdullah’ın hüngür hüngür ağlamaya başlamasıyla meselenin daha farklı olduğunu anladım. Abdullah’ın adeta boğazı düğümlenmiş, okuyamaz olmuştu.
“Özür dilerim Said, burası gönlüme dokundu” dedi. ”Kardeşim, bunlar sevinç gözyaşları, okumana devam edebilirsin, ben seni takip ediyorum” dedim. Abdullah bir taraftan gözyaşı döküyor bir taraftan “Maşallah, Maşallah” diye diye okuyordu. Dersin sonuna kadar böyle devam etti…
O akşam onu ayrı bir huzur kaplamıştı. Hediye ettiğimiz Küçük Sözler’i (The Short Words) sıkıca tutmuş bir şekilde evimizden ayrıldı.
***
İşi dolayısıyla sık sık seyahate çıkan Abdullah’la yüzyüze görüşmemiz pek mümkün olmuyordu. Fakat telefonda görüşüyorduk.
Geçtiğimiz günlerde yine işi için Miami’ye gitmişti. Akşam vaktinde bizleri aradı. Telefonda sesi çok heyecanlı geliyordu;
“Ben Miamide’yim. Şu an okyanus kıyısında yürüyorum. Gece karanlık, deniz müthiş dalgalı, hava soğuk. İşte bu halde iken Yunus Aleyhisselâm’ın kıssasını ve Risâle-i Nur’dan okuduğumuz dersi hatırladım. Duâlarınızı beklerim” dedi.
Beraber Risâle-i Nur dersinde bulunmamızla başlayan samimîyetimiz giderek güçleniyordu. Fakat beni esas etkileyen kısım, Abdullah’ın, Birinci Lem’a’da adeta Yunus Aleyhisselâm olması ve o mübarek duâya ihtiyacını çok kuvvetli hissetmesi ve bizlere de hissettirmesi idi…
Bizler de onun duâ isteğini sizlere bildiriyor, duâlarımızla beraber sevgi ve selâmlarımızı iletiyoruz.
NOT: Uzak diyarlarda tam bir Nur postası tadında okuduğum Yeni Asya’nın 40. senesini tebrik ederim. Fedakâr okuyucu ve çalışanlarına nice hayırlı seneler nasip etmesini Rabbimden niyaz ederim.
18.04.2009
E-Posta:
|