Çoğumuz, “chosen people” (seçilmiş halk) düşüncesinin Yahudilere ait bir felsefe olduğunu düşünürüz. Oysa Hıristiyan Siyonistler de kendilerini “Tanrı’nın seçilmiş kulları” olarak düşünürler ve “Dünyayı Tanrı adına idare etme hakkı”na sahip olduklarını iddia ederler.
İsrail’in doğuşu, Deccâl, Hz. İsa’nın dönüşü, sonra şiddet dolu bir dönemin başlaması, son olarak “Armageddon” savaşında Hz. İsa önderliğindeki iyilerin (İyiler: İmana gelerek Hıristiyan olan Yahudi ve Hıristiyanlar); Tanrı adına kötülere (ki; muhtemelen Müslümanlar olacak bu kötüler) karşı savaşmaları ve bu savaştan galip olarak çıkmaları, Kudüs’teki tapınağın (Mescid-i Aksa’nın yerine) yeniden yapılışı ve akabinde barış ve huzur dolu günlerin gelmesi “chosen people” felsefesinin ana hatlarını oluşturur. 1
New York Üniversitesinde “Amerikan tarihi” hocalığı yapan Carl Mirra’a göre, 19. ve 20. yüzyıldan itibaren Amerikan emperyalizmini tetikleyen güç, “Tanrı’nın seçilmiş kulları, Tanrı adına bütün dünyayı idare etme hakkına sahiptir” felsefesidir.
Amerika’nın, İspanyollara karşı bağımsızlık savaşı (1898) veren Filipinlilere yardım etme gayesiyle Filipin adalarına gidip, sonra buraları işgal etmesinin asıl amacını açıklayan 25. AB Başkanı Cumhuriyetçi McKinley’in (1843-1901) “Onları medenîleştirip Hıristiyanlaştırmak bizim vazifemizdir” demesi, Amerikan emperyalizminin sadece maddî güce sahip olma gayesi gütmediğini bâriz bir şekilde ortaya koymaktadır.
11 Eylül olaylarından hemen sonra açıklama yapan Cumhuriyetçi George W. Bush’un olayın faillerine karşı “Crusade” (Haçlı) hamlesi başlattığını söylemesi ve dünyayı “biz” ve “onlar” diye ikiye ayırması, “iyiler” ve “kötüler” felsefesinin 19. ve 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da Amerikan dış siyasetine yön vermeye devam ettiğinin açık işaretidir.
Kendini asrın Musa’sı olarak gören George Bush, sözde “teröre karşı savaş” adı verilen “Afganistan ve Irak savaşları”nın felsefesini bakın nasıl açıklıyor:
“God told me to strike Al Qaeda and I struck them, and then he instructed me to strike at Saddam, Which I did” (Tanrı bana “el-Kaideyi vur” dedi, ben de vurdum. Sonra Saddam’ı vurmam için talimat verdi, ben de yaptım.) 2
Amerikan emperyaliziminin dayandığı “seçilmiş halk ve dünyayı Tanrı adına idare etme” felsefesi insanlığa çok acı çektirmiştir. Filipinliler, “Filipinlilere özgürlük getirme” bahanesiyle ülkelerine yerleşen Amerikalılardan bağımsızlıklarını almak için on yıl boyunca savaşmış; 600 bin insanlarını kaybettikten sonra bağımsızlıklarını alabilmişlerdir.
Amerikalıların savaş sebebini, “komünizmin Asya ülkelerine yayılmasına engel olma” olarak gösterdikleri “Vietnam savaşı” (1954-1975) ise insanlık açısından bir fâciadır. 21 yıl boyunca Amerika ve müttefiklerine karşı verilen savaş neticesinde Vietnam, Lao ve Kamboçya 5-6 milyon insanını kaybetmiştir.
Amerikan emperyalizminin 21. yüzyıldaki savaşı olan “Irak ve Afganistan savaşları”na gelince; her iki ülke de maddî ve manevî olarak büyük kayıp vermiştir. Ve vermeye devam etmektedir maalesef.
“Kitle imha silâhlarını ortadan kaldırma” veya “Irak halkını Saddam Hüseyin’in diktatör rejiminden kurtarma” bahanesiyle 2003 yılı Mart ayının sonlarında Irak topraklarına giren, 9.4.2003’te Bağdat’a girerek, tarih boyunca birçok medeniyete beşiklik yapmış olan ve bin yıl boyunca Müslümanların elinde bulunan bu ülkede işledikleri cinayet, işkence, ihanet, yağmalama gibi daha nice zulüm yüzünden Amerikalıları “Modern Moğollar” diye vasıflandırmak, sanırım yanlış olmaz.
Ekonomi dalında 2001 yılı Nobel ödülünü alan Joseph Stiglitz ve Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Linda Bilmes’in birlikte hazırladığı rapora göre, Irak ve Afganistan harbinin Amerikan halkına çıkardığı fatura, Pentagon’un açıkladığı gibi 845 milyar dolar değil, 3 trilyon dolardır.3
İşgal neticesinde, sadece Irak’ta 4 binden fazla Amerikan askeri öldü; binlercesi yaralandı. Bundan başka, Stiglitz ve Bilmes’in öne sürdükleri, “Amerikan halkının ödediği savaş giderlerinin faturası 3 trilyonu bulmuştur” tezi doğruysa şayet, maddî ve manevî bakımdan Amerikan halkına çok pahalıya patlayan bu savaş neticesinde, Irak ve Afganistan halkı nasıl bir fatura ödedi acaba!?
Bu sorunun Irak konusundaki cevabı, Irak “el-Zaman” gazetesinin 4.8.2009 tarihinde resmî verilere dayanarak yayınladığı raporda bulunuyor. Teferruatlı bir şekilde hazırlanmış olan bu raporun bir kısmını sizlere aktarmak istiyorum.
İşgal öncesinde Irak’ta, yılda 1000 doktor mezun veren 18 tıp fakültesinin yanı sıra 6 dişçilik fakültesi, 4 eczacılık fakültesi, onlarca hemşirelik okulu, sadece eğitim hastahanelerinde 39 bin yatak, şehir ve kasaba hastanelerinde görev yapan 34 bin doktor vardı. Bu doktorların % 20’si uzman doktor idi.
İşgal sonrasında ise bu durum tamamen değişti. Sağlık ekiplerinden yüzde 70’nin hicret etmesi, hastane binalarında hasar bulunması, âlet ve edevatların çalınmış olması sebebiyle, Irak hastanelerinin yüzde 70’i gerektiği gibi sağlık hizmetlerini yapamamakta. Eczanelerde bulunan ilâçların yüzde 90’ı kayıtlı olmayıp, bunlardan bir kısmı karaborsadan alınan tarihi geçmiş ilâçlardır.
Uyuşturucu kullananların sayısında büyük artış gözlenmektedir. Psikolojik hastalıkların yanı sıra; verem, AIDS, kolera, tifo gibi salgın hastalıklar ve zehirli savaş atıklarından dolayı birçok kanser hastalığı yaygındır.
Iraklıların yüzde 70’i içecek temiz su bulamıyor. Yüzde 43’ü günde 1 dolardan daha az kazanıyor. Bu yüzden halkın dörtte üçü âcil yardıma muhtaç durumda.
Çocukların yüzde 28’i kötü besleniyor. Ambargo yıllarında (1996-2003) bu oran yüzde 19 idi.
UNICEF raporuna göre; çocuk ölümleri bakımından, Irak dünyada birinci sırayı almış bulunuyor. Yeni doğan her sekiz çocuktan biri 5 yaşına gelmeden ölüyor.
Aynı raporda, kirli su tüketimi yüzünden yayılan bulaşıcı hastalıkların çocuk ölümlerine yol açtığı bildiriliyor. Savaş, Irak kasaba ve köylerinin yüzde 40’ının su şebekesini harap etmiş bulunuyor.
UNICEF raporuna göre, işgal neticesinde yetim kalan Iraklı dul kadın sayısı 1.5 milyonu, yetim çocuk sayısı ise 4 milyonu bulmuş. 2 milyon kadın ve 900 bin çocuk sakat kalmış durumda. Yine aynı rapora göre, 2007 yılında yapılan bir istatistik, Bağdat’ta meydana gelen şiddet olayları neticesinde her gün 400 çocuğun yetim kaldığını gösteriyor.
1980 yılında 3. dünya ülkeleri sırasından çıkıp, gelişmekte olan ülkeler sırasına giren Irak’ta, bugün 9 milyon Iraklı fakirlik sınırlarının altında yaşıyor.
Irak topraklarının yüzde 27’si (48 milyon dönüm) ziraate elverişli iken, savaş neticesinde bu oran 16 milyon dönüme düşmüştür. Ziraat alanında en büyük zararı hurma ağaçları görmüştür. Savaş öncesinde 30 milyon hurma ağacına sahip bulunan Irak’ta hurma ağaçlarının sayısı 6 milyon civarına düşmüştür.
Son olarak: Amerikan işgalinin 6. yılını doldurduğu şu günlerde; Arap, Kürt, Türkmen, Süryani, v.s. gibi kavimlerden oluşan Irak halkının, modern Moğolların kendilerine çektirdiği bütün acıları geride bırakmak için, birlik ve beraberlik içinde ülkelerini muhafaza ederek Irak üzerine yapılan emperyalist planları bozmalarını ve böylece atalarımızın “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” sözünü doğru çıkarmalarını can-ı gönülden temennî ediyoruz.
Dipnot:
1. www.AmericanDiplomacy.org, “The İmpact of Christian Zionism on Amerikan Policy,” William N. Dale.
2. www.AmericanDiplomacy.org, “George W. Bush’s Theological Diplomacy,” Carl Mirra
3. www.timesonline.com, 23.2.2008, “The three trillion dollar war,” Joseph Stiglitz and Linda Bilmes.
26.04.2009
E-Posta:
[email protected]@hotmail.com
|