Biriken birçok önemli konu yeterince tartışılmadan gündemden düşmekte… Bush hayranı Danimarka eski Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne Ankara’nın koyduğu “vize”yi güya bazı “kazanımlar” karşılığı kaldırmasının akıbeti de bunlardan…
Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Gül’ün de devreye girmesi üzerine “Bush’un dostları” Fransa Cumhurbaşkanı Selânikli Sarkozy, Almanya Başbakanı Merkel ve İtalya Başbakanı Berlusconu’nin yanı sıra özellikle yeni Amerikan Başkanı Obama’nın “ricâsı”yla Başbakan Erdoğan daha Ağustos’a kadar zaman varken “itirazı”ndan vazgeçmişti.
Strasbourg’ta yapılan 28 üyeli NATO zirvesinde Rasmussen, Türkiye’nin “olur”una karşılık, İslâm dünyasından “özür” dileyecek, ülkesinde yayın yapan PKK’nın yayın organı Roj Tv’yi kapatacak ve NATO Genel Sekreter Yardımcılığına bir Türk atanacaktı…
OYUN İÇİNDE OYUN
Ne var ki İstanbul’a gelen Rasmussen hemen ağız değiştirdi; karikatür rezâletinden dolayı “özür” dilemedi. Roj Tv’nin terör örgütü ile malî ilişkisinin araştırılacağıyla geçiştirip topu Danimarka yargısına attı. Bir tek NATO Genel Sekreter Yardımcılığı kalmıştı…
Türkiye’nin AB üyeliğine şiddetle karşı çıkan “AB içindeki AB karşıtları ve ABD muhipleri”, şimdi de ekonomik krizi bahanesiyle Türkiye’ye vaad edilen “NATO sözü”nden cayıyorlar. NATO kaynakları, “sorun çıkma potansiyeli”ne işaret edip bütün meselenin Obama’ya kaldığını belirtiyorlarmış. Görünen o ki mesele daha şimdiden krize dönüşme sinyalleri veriyor.
Tıpkı Sarkozy’in Fransa’sının NATO’nun askerî kanadına dönmesini, Türkiye’nin AB üyeliğine rezervini kaldırmadan onaylaması gibi. Sarkozy şimdi Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını ancak “imtiyazlı ortaklık” verilebileceğini pervâsızca söylüyor. Türkiye’den âdeta “Rasmussen intikamı” alınıyor.
Kısacası tarih tekerrür ediyor. Geçtiğimiz hafta hastalığına ilgisinden dolayı Gül’ü Köşk’te ziyaret edip “teşekkür” eden 12 Eylül darbesi lideri Evren Paşa’nın Yunanlı General Rogers’in “asker sözü”ne kanarak Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönmesini kabul etmesiyle Türkiye’nin elindeki güçlü kozu kaçırması benzeri bir dış politika basiretsizliği ve başarısızlığı daha yaşanıyor.
NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip ülke olarak en büyük yükünü çeken Türkiye’ye şimdiye kadar “NATO Genel Sekreterliği” teklifi bir yana, bütün dünyanın gözü önünde “Rasmussen” karşılığı taahhüd edilen bir “yardımcılık” bile esirgeniyor…
TÜRKİYE’Yİ ABD’YE YAMAMAK
Ve uluslar arası siyaset arenasındaki bu “satranç oyunu”nda dönen dolaplar, “AB içindeki AB karşıtları”nın sistemli bir şekilde birbirini tamamlayan entrikalar zinciri, Türkiye’nin AB’den uzaklaşıp ABD’nin kucağına itilmesi kataküllisini bir defa daha deşifre ediyor.
Gerçek şu ki ABD’nin Türkiye’nin tam üyelik için müzâkere sürecinde AB ile ilişkilerini zayıflatmak için Türkiye’yi desteklediği oyunu oynanıyor. ABD yanlısı AB içindeki Sarkozy ve Merkel’in tavrının Ankara’yı AB’den uzaklaştırıp ABD’nin yanına itme plânının bir parçası olduğu açıkça seslendiriliyor. (Zaman, 22.4.2009)
Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde, Fransa’nın AB İşleri Bakanı Bruno Le Maire’nin Balkan ülkelerinin üye olmasından sonra AB’nin genişlemesinin durması önerisi bunun ifâdesi.
Bir yandan “AB’nin ABD ve Çin’e karşı Avrupa çıkarlarını korumak üzere inşa edilmiş bir siyasî proje olduğunu” savunan Fransız Bakan’ın diğer yandan Türkiye’nin üyeliğini “imkânsız ve arzu edilmeyen bir durum” olarak görmesi; ve Bush’tan sonra Obama’nın Türkiye’nin üyelik sürecine verdiği destek politikasını, “ABD, değerlerini savunamayan, güçlü bir ordusu bulunmayan ve kendisiyle rekabet edemeyecek bir Avrupa görmek istiyor” tesbiti, çelişkili ve çetrefilli kumpasın içyüzünü bir defa daha açığa çıkarıyor.
Neticede Türkiye’nin AB üyeliği için Sarkozy’in Obama’ya, “Bu Avrupa’nın vereceği karar, işimize karışma!” çıkışının anlamı anlaşılıyor.
Plân; Türkiye’yi AB’den koparıp ABD’nin yanına itmek…
25.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|