Aslında kapatma dâvâsından çıkan sonucun, AKP’yi altı buçuk senedir yanaşmadığı esaslı bir anayasa reformu için harekete geçirmesi gerekirken, tam tersi oldu.
Gelinen noktada iktidar partisi, bu konuda yapmak istediklerini birkaç maddeyle sınırlamış ve onları da CHP başta olmak üzere muhalefetin rıza göstermesi şartına bağlamış durumda.
Başbakanın konuyla ilgili beyanları, bir kez daha Anayasa Mahkemesinde yargılanıyor konumuna düşme ihtimalinden duyduğu kaygıyı ele veriyor ve buna meydan vermemek için “Yapılacak değişikliklerde CHP’nin rızası şart” diyor.
Bu durum, AKP’nin tek başına iktidarda göründüğü, ama bilhassa temel meselelerde iplerin CHP’de olduğu gerçeğini önümüze koyuyor.
22 Temmuz seçiminin ortaya çıkardığı ve 29 Mart seçiminin AKP’yi sekiz puan geriletip diğer üç partiyi bir-iki puanlık artışlarla yeni bir dengeye taşıdığı Meclis yapısında ana eksen bu.
Bu Meclisten çağdaş ve evrensel kriterlere uygun yeni ve demokratik bir anayasa çıkar mı?
Baştanberi zaten buna pek niyeti olmayan, kısmen olduysa bile izlediği yanlış stratejiler ve yaptığı ciddî yöntem hataları sebebiyle, bu yoldaki girişimi akim kalan, AB fırsatını da değerlendiremeyen, ürkütülmüş ve sindirilmiş bir iktidar; bu yöndeki açılımlara rejimin tabuları ekseninde sistematik olarak karşı çıkmayı yerleşik politika haline getirmiş bir anamuhalefet; onun ruh ikizi olarak nitelenen ve üç aşağı beş yukarı aynı konularda benzer refleksler sergileyen diğer muhalefet partisi ve demokratik açılımlara sıcak baksa da, bu tavrı etnik siyaset ve terör handikaplarına takılan üçüncü muhalif parti...
Haddizatında CHP’nin de vaktiyle resmî tabuları aşan ve dışlayan demokratik anayasa taslakları hazırladığı biliniyor. Ama nedense bunlar “unutuldu,” rejimin tabularını ve laikliği koruma söylemleri öne çıktı ve Türkiye’nin en önemli ihtiyacı olan demokratik anayasa için gerekli uzlaşma ikliminin oluşması hep engellendi.
Neden bu noktaya gelindiğinin çok iyi tahlil edilmesi ve bu durumdan bir an önce çıkılması için herkesin kendi tavır ve duruşunu samimiyetle gözden geçirip gerekli özeleştirilerde bulunarak çıkışa pozitif katkı vermesi icab ediyor.
Son olarak, Başbakanın birkaç maddelik anayasa değişikliğiyle ilgili olarak görüştüğü Meclis Başkanı, Yargıtay’ın, Barolar Birliğinin, TOBB başta olmak üzere sivil toplum örgütlerinin ve TÜSİAD’ın evvelce hazırladıkları taslaklardan bahis açarak, bir uzlaşma komisyonu oluşturulup konunun tekrar canlandırılmasını öneriyor.
Ama şu anda bunun gerçekleşmesi zor gibi.
Onun yerine, ombudsmanlık, parti kapatmanın biraz daha zorlaştırılması, Türkiye milletvekilliği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı gibi birkaç maddeyle sınırlı bir mini paketi gündeme getirme hazırlıkları söz konusu.
Buna, Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresinin 7 mi, yoksa 5 yıl mı olacağı hususundaki belirsizliği giderecek bir maddenin eklenmesi de gündemde. Bilindiği gibi, referandumla da kabul edilen anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanını halkın seçmesi yolu açılırken, reis-i cumhurun görev süresi 5 yıla indirilmiş, ama ikinci bir dönem daha seçilmesi mümkün kılınmıştı.
Ancak bu düzenlemenin, referandum öncesi Meclis tarafından seçilen Gül için de geçerli olup olmadığı konusunda tartışma yaşanıyor. Ve benzer bir tartışma, 22 Temmuz’da seçilen milletvekillerinin görev süresi hakkında da yapılıyor. Her iki seçim de eski düzenlemeye göre yapıldı, ama akabinde Meclisten geçip referandumda kabul edilen değişiklikler, cumhurbaşkanının süresini 7 yıldan 5 yıla, milletvekilllerininkini de 5 yıldan 4 yıla indirdi. Bu yeni süreler eski kurala göre seçilenler için de geçerli mi?
Görünen o ki, önümüzdeki günlerde yeni bir anayasadan ziyade bu gibi tâli konularla meşgul olunacak. Ve bu sene de böyle geçip gidecek...
25.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|