ODTÜ Felsefe Bölümünden Prof. Dr. Yasin Ceylan, Radikal İki’deki “İslâm, Nurculuk ve Fethullah Gülen hareketi” başlıklı yazısında (19.4.09) ilginç tesbitler yapmış.
Yazı genel olarak, Said Nursî’nin kişiliği, düşünceleri ve mücadelesi hakkında pozitif bir bakış açısını yansıtırken, bazı konularla ilgili eleştiriler ise insaf elden bırakılmaksızın yapılıyor.
(Ayrı bir fasıl oluşturan bu eleştirilerin bir kısmı dün Ahmet Dursun tarafından cevaplandı.)
Biz yazarın önemli tesbitlerine bakacağız.
Bunlardan biri, siyasete dair: “(Nurcular) Günümüze kadar kendilerine ait bir siyasî partinin olmamasına rağmen, siyasî tercihlerini kendilerine yakın partiler yönünde kullanmışlardır. Bu durum, Nur cemaatini siyasetin kirliliklerinden uzak tutmuştu. İslâm âlemindeki diğer siyasî İslâm hareketlerinde olduğu gibi, dine ve dindara mal olan zararların failleri de olmamışlardı.”
Bir diğeri M. Kemal ve Kemalizm bahsi: “Tarihî bir realite olarak, Said Nursî ile M. Kemal arasındaki ihtilâf bilinir. Said Nursî’nin Kemalist reformları benimsemediği, onlara karşı mücadele verdiği de bilinir. Bu yüzdendir ki, merhumun hayatının uzun yılları hapishanelerde geçti. Birçok Nurcu hapsedildi, Nur eserleri yasaklandı.”
Yazar ardından şöyle diyor:
“Nurcuları yakından tanıyan ve bütün Nur külliyatını okumuş biri olarak, Nur hareketinin Kemalizmle barışmasını, zıtların buluşması olarak görürüm. (...) Nitekim bu hareketin kurucusu, en çetin şartlarda ‘takiyye’ yapmamış, sözünü açık seçik söylemiş, mesajını evirip çevirmeden tebliğ etmişti. Muhaliflerinin görüşlerine meyletmemiş, verdikleri cezaya aldırmamış, ama onlardan büyük saygı ve takdir görmüştü.”
Şu ifadeler de Prof. Yasin Ceylan’a ait:
“(Said Nursî) Yeni kurulmuş, adaletin pek tecellî etmediği Cumhuriyetin mahkemelerinde dimdik durmuş, görüşünü, inancını ve muhalefetini, eğip bükmeden, kendisine has bir vakar içinde dile getirmişti. Bu pervasız ve nitelikli duruş, kendisini yargılayanları bile hayrete düşürmüş, onu mahkûm ederken, onun erdemli şahsiyeti, derin bilgisi, zihinsel yetenekleri karşısında küçülmüşler, ona saygı duymuşlardı.
“Hangi düşünceye mensup olursa olsun, bir insanın, Said Nursî’nin hayat serüvenini okuyup ondan etkilenmemesi, onun şahsına hayran kalmaması mümkün değildir. Garip olan şudur ki, yenilik ve doğruluk adına, adalet ve çağdaşlık uğruna onu yargılayan zihniyet, ona denk düşebilecek bir şahsiyet henüz yetiştirebilmiş değildir.”
Bunları ifade eden yazar, hangi noktalarda ne gibi sapmalar olduğuna da değiniyor ki, bunları aktarmaya gerek görmüyoruz. Sadece, bir konuda yönelttiği soruları cevaplamaya çalışacağız:
“Laik rejimin baskıları altında mazereti olan bir İslâmî yaşamla iktifa eden bu cemaat, yarın iktidarın bir kısmını ele geçirirse, daha mükemmel olabilecek İslâmî bir yaşantıya nasıl geçecek?”
Aslında bu soru, Nurcuların siyasetle ilişkisine dair yazarın yaptığı tesbitle çelişen bir mantığı yansıtıyor. Çünkü Nurcuların kısmen dahi olsa “iktidarı ele geçirme” diye bir meselesi hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Buna bağlı olarak, tahkikî iman temeline bina ettikleri İslâmî hayatlarını siyaset ve iktidara endekslemeleri gibi bir durum da kesinlikle söz konusu değil.
Ki, Risale-i Nur hareketinin en orijinal özelliklerinden biri bu noktada ortaya çıkıyor. “İnkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden (korkan) adamın dinde hissesi zayıf düşmüş. Cehalettir, onu korkutur; taklittir, telâşa düşürttürür” (Münâzarât, s. 30) diyen Said Nursî, kâinata kök salmış bir bir hakikat olan dinin arzî ve siyasî dalgalardan etkilenmeyecek muazzam bir güce sahip olduğunu ifade ederken bunu da söylüyor.
Uhrevî eksenli Âl-i Beyt misyonunun takipçisi olarak, dünyevî iktidar çekişmelerinden uzak durmak da Nur hizmetinin bir başka prensibi.
Yazarın diğer sorularına yarın bakalım.
22.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|