Öfkem samimîdir
Ne yalan söyleyeyim, öfkeliyim. ‘Ergenekoncu’ denilebilecek kimler varsa hiçbirinin veremeyeceği zararı, hem de kat be kat fazlasıyla, Türkan Saylan’ın evinin kapısına dayanmayı kim akıl ettiyse o verdi.
Sürece başından itibaren destek verenlerin neredeyse hepsi, ben dahil, “Bu kadarı fazla” dedi. Kimi “Türkan Saylan öyle biri değildir” kanaatiyle dedi, kimi de “Hasta birinin kapısına dayanılır mı?” taktik itirazıyla...
Hangi niyetle olursa olsun, sonuçta dediler ve dedik işte...
İş o raddeye vardı ki, ‘Ergenekon’ süreciyle suikastının künhüne varmayı beklediğimiz, “Belki bu vesileyle tetikçilerine ve öldürme emrini veren kuklacıya ulaşılır” umuduna kapıldığımız Uğur Mumcu’nun evlilik yoluyla akrabası olan bir yazar, “İşte sizin desteklediğiniz süreç” diye destekçileri hesaba çekmeye bile kalktı.
Türkan Saylan’dan ‘modern bir Jan Dark’ çıkardık ya, öfkelenmemek, üzülmemek elde değil...
Milliyet, pazar günü, ‘Ergenekon süreci’ni desteklediği bilinen bir düzine yazarın Türkan Saylan ve Tijen Mergen’in kapılarına dayanılmasına itirazlarını tam bir sayfa olarak verdi. İtirazcılar içinde ben de varım. Alıntı yapılan bölümü bir daha okumanızı isterim:
Üç-beş gündür yazılan-çizilenlere göz atıyorlarsa, Ergenekon konusuna titizlikle yaklaşan herkes gibi savcılar da, ‘Bir yanlışlık yaptık, ama nerede?’ diye kendi kendilerine soruyorlardır. ‘Ergenekon’ gibi zor bir davayı, eriyip muma dönmüş bir kadının görüntüsüyle özdeş hale getirmek hangi aklın işidir? Benzer bir durum, Milliyet’in yürüttüğü ve resmi çevrelerden de destek gören ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyası için de söz konusudur. Savcıların yerinde ben olsam ‘Bu iki ismi listeye kim ekledi?’ sorusunu ciddi biçimde sorardım. Cevap ‘Ben’ veya ‘Biz’ olursa, o takdirde ciddi bir göz bozukluğu kuşkusuna düşerdim.”
Vatan gazetesi, Ergenekon’un artık sayıları çoğalmış savcılarından biriyle görüşmüş, benim soruma cevap bulabilmek için... Dün, “Türkiye’yi ayağa kaldıran talep polisten gelmiş” haberine yer verdi Vatan...
Okuyalım: “Vatan’a bilgi veren savcılık kaynaklarına göre, ‘Ergenekon soruşturmasıyla görevli olan polis, fiziki takip yapıyor, telefonları dinliyor, belge, bilgi topluyor. Sonra gelip arama ve gözaltı talebinde bulunuyor. Bu noktadan sonra savcılığın polise hayır deme durumu kalmıyor.’ Saylan ve Mergen adının, polisin savcılığa verdiği 39 kişilik son gözaltı listesinde yer aldığı belirtildi. Savcılığın sadece Türkan Saylan için, ilerlemiş yaşı ve ağır hastalığı göz önünde bulundurularak gözaltı yerine evinin aranması yolunda karar alındığı öğrenildi.”
Cevabı aldığıma göre rahatlamam lâzım değil mi? Peki de, neden bu cevap beni hiç mi hiç mutlu etmedi?
Soruma cevap bulabilmek için kendi yaptığım araştırma farklı bir sonuç verdi de ondan... Benim ulaştığım kaynak, belli bir isim veremedi, vermedi, muhtemelen vermek istemedi. Ancak, polisin süreçteki rolünün haberde anlatılandan farklı olduğunu o vesileyle öğrenmiş oldum.
Polis elbette takipte; hedef kişilerle ilgili belge ve bilgi topladığı, dinleme yaptığı da bir gerçek... Ancak önlerine getirilen dosyadan kimlerin kapısına dayanılacağı, kimin evinde aramayla yetinilip kimin gözaltına alınacağı kararı bütünüyle savcılık makamının tasarrufunda.
Polislerin takip edip savcılara hakkında işlem yapılması talebini ilettiği kişilerin sayısı her dalgada gözaltına alınanlardan hayli fazla oluyor. Savcılıkta bazı isimler ayıklanıyor, kimi isimler dışarıda bırakılıyor...
Doğrusu da bu zaten.
Hadi, öfkemin neden tepeme vurduğunu da kısaca açıklayayım: ‘Ergenekon’ benim için pek çok bakımdan kişisellik taşıyor.
Hayatını görüş açıklayarak kazanan biriyim ben ve bunun için kendimi özgür hissetmem gerekiyor. Oysa bugüne kadar dört-beş kez yaşanan müdahalelerle Türkiye bir türlü tam demokrat olamadı. Müdahalelerde çetelerin rolü büyük. Ergenekon’un sonuca ulaşmasını bu yüzden istiyorum.
Bir vatandaş olarak da, ülkemin dirlik ve düzenini bozan siyasi suikastlar ve kitle eylemlerinin artık sona ermesi dileğim. Çeteler yaptı o eylemleri ve bütünüyle tasfiye edilmezlerse yapmaya devam edecekler. Ergenekon bu sebeple de başarılı olmalı.
Ayrıca, örgütün hazırlık halinde yakalandığı bir dizi suikast söz konusuydu ve hedef seçilmiş kişilerden biri de benim. Adamlar önce tetikçi aramışlar, sonra da buldukları tetikçiyle açık seçik pazarlık etmişler... Ergenekon süreci benim için bu yüzden de kişisel önemde.
Onu rayından çıkartacak her yanlışlık beni öfkelendiriyor işte, ne yapayım?
Yeni Şafak, 21.4.2009
|
Çözüm cemaatlerde
Büyük şehirlere taşradan gelen insanları koruyup kollayacak mekanizmalar devlette yoktu. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında sıradan insanın değerlerinden mecburen kopmuş olan devlet bırakınız sorunları çözmeyi, bu sorunları anlayabilecek kapasiteye bile sahip değildi.
Aslında göç eden insanlar büyük acılar çekiyordu. Hayata yabancılaşmışlardı, korkuyorlardı, sahipsizdiler... Bu dönem, türkülerin arabesk şarkılara dönüştüğü dönemdir. Temelde yaşam sevgisini anlatan türkülerin yerini acıları anlatan arabesk şarkılar aldı.
CEMAAT DEVREYE GİRİYOR
Korumasız kalan bu insanlara o dönemde cemat yardımcı oldu. Ve aslında hem onlara yardım etti hem de şehirdeki yaşama daha az sorunlu adapte olmalarını sağladı.
(...)
Sıradan insanlar yeni geldikleri şehirde geleneksel değerlerini dini inançları içinde yoğurarak yaşama fırsatını cemaatin çabaları sayesinde buldular.
TEHDİT ALGILAMASI MI?
Bu açıdan bakarsanız ben cemaatte bir tehdit algılaması görmediğim gibi, yani Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı tespite katılamıyorum. Aksine cemaatin varlığını bir güvence olarak görüyorum. Cemaat bir dönemden diğerine sancısız geçişi yani bir anlamda Türk modernleşmesinin sürekliliğini sağlamıştır.
İşte bu yüzden yazıya ‘Cemaat cumhuriyetin sonucudur ve sorunlarının da çözümüdür’ diye başlık attım. Bu sürecin ekonomik altyapısı anlattığım gibi yaşanmıştır.
Ben bundan dolayı TSK ile cemaatin diyalog kanallarını kurmasını istiyorum. Bu diyaloğa önümüzdeki yıllarda daha da ihtiyaç olacaktır.
21’inci yüzyılda modernleşme süreçlerinin doğal sonucu her kültürde, her sınıfta insanların inanç meselesi ile yüzleşip bunu kendi vicdanlarında bir şekilde çözmeleri kaçınılmaz olmuştur. Bu sağlıklı toplumlar yaratılabilmesi için kaçınılmaz bir süreçtir ve bunun ön koşuludur.
CEMAAT DEVLETE
YARDIMCI OLABİLİR
Bu süreci, kuruluş felsefesi ve ekonomik zaruretler ile halkın değerlerinden koparak modernleşme sürecini başlatmış olan devletin tek başına başarması mümkün değildir. Cemaatin devlete yardımcı olması ihtimali vardır. Bu nedenle TSK’nın cemaat ile bir fikir alışverişi sürecine girmesinin yararı büyük olacaktır. Türkiye’yi modern, laik bir cumhuriyet olarak geleceğe omuzlarımızda taşıyacaksak Türkiye’de bir ‘Büyük Diyalog’ başlatmamız gerekiyor.
Korkular, tehdit algılamalarıyla yaşayıp durdum. Artık bari çocuklarımızın normal, huzurlu bir ülkede yaşayabilmelerini çok istiyorum. Bu tür yazılar da sadece o arzumun teorik çerçevesini çizmeye çalıştığım entelelektüel çabalardan ibarettir.
Akşam, 21.4.2009
|