Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İpotekli Meclis |
TBMM’nin kuruluşunun 89. yıl dönümü, geçen sene Meclis iradesine Anayasa Mahkemesi eliyle konulan iki ayrı ipoteğin devam ettiği bir ortamda idrak edildi. 22 Temmuz 2007 seçimiyle yenilenen Meclis, işbaşı yapmasının üzerinden bir yıl bile geçmeden bu iki ipotekle yargı vesayeti altında alındı. Bunlardan biri, başörtüsünü üniversitelerle sınırlı olarak serbest bırakma iddiasıyla anayasanın iki maddesinde yapılan ve 411 milletvekilinin kabul oyu ile Meclisten geçen değişikliğin Anayasa Mahkemesinden dönmesiyle konuldu. Bilindiği gibi, biz bu girişimin yanlış olduğunu, başörtüsü meselesinin bir-iki anayasa maddesiyle oynayarak çözülemeyeceğini, böyle yapılmaya kalkışılırsa sorunun daha da derinleşip kronik hale geleceğini başından beri ifade ettik. Birkaç ay sonra yasakçı rektörlerin önemli bir kısmının değişeceğini, buna bağlı olarak yasağın uygulamada tedrîcen kaldırılmasını öngören bir yöntemin daha isabetli olacağına dikkat çektik. Ama MHP ve dolduruşa getirdiği AKP uyarılarımıza kulak vermeyip o değişiklikleri yaptılar. Sonrasında olanları hep birlikte yaşadık. Önce bu iki maddelik anayasa değişikliği için iptal, sonra da AKP'ye kapatma dâvâsı açıldı. Her iki dâvâya da bakan Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliğini iptal ederken, “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olma suçlamasıyla yargıladığı AKP’yi kapatmadı, ama ağır bir ihtar verdi. Hazine yardımından kısmen mahrum bıraktı. Meclisin benzerine çok az rastlanır bir çoğunlukla kabul ettiği bir anayasa değişikliği için verilen iptal kararı, Türkiye’deki fiilî işleyişte üstün iradenin TBMM’de değil, Anayasa Mahkemesinde olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. AKP hakkındaki karar da, iktidar partisi üzerinden siyasetin ve Meclisin tümüne aba altından sopa gösterip, yargı vesayetini koyulaştırdı. Meclis, geçen yaz kısa aralıklarla verilen bu iki kararın doğurduğu vesayeti kaldıracak düzenlemeleri gündeme getirip olumlu bir sonuca ulaştıramadığı müddetçe, millî iradenin temsilcisi olma misyonunun gereğini yapmıyor demektir. 22 Temmuz öncesinde bunun gereği en azından konjonktürel bir atak olarak yerine getirilmiş; askerin e-muhtırası ve Anayasa Mahkemesinin 367 kararı ile cumhurbaşkanı seçmesi engellenen Meclis, halka gidip seçmen iradesiyle kendisini yenilemek suretiyle bu engeli aşmıştı. Sonrasında hem 27 Nisan sürecinde yaptırılmayan cumhurbaşkanı seçimini sonuca ulaştırmış, hem de bundan sonraki cumhurbaşkanı seçimlerinin halk tarafından yapılmasını öngören bir anayasal düzenleme ile süreci tamamlamıştı. Sonrası için beklenen, çağdaş evrensel kriterlere uygun yeni bir anayasa hazırlayıp yürürlüğe koymak suretiyle demokrasiyi iyice kökleştirmek, açık veya örtülü müdahalelere kapıyı tamamen kapatacak sağlam bir yapı oluşturmaktı. Ne yazık ki, bu başarılamadı. Gündeme getirilir gibi olan yeni anayasa taslağının arkasında durulamadı. Ardından, inanılmaz bir basiretsizlikle ve tamamen yanlış bir yöntemle başörtüsü meselesi gündeme getirilip iş çıkmaza sokuldu. Hem başörtüsü yasağı, çözümü daha da zorlaşıp çetrefilleşen bir kör noktaya sürüklendi; hem seçmenin büyük çoğunluğunun desteğiyle iktidar olan bir parti kapatılmanın eşiğinden döndü; hem Meclisin anayasa değiştirme yetkisi kısıtlandı; hem de siyasetin tümü kıskaca alındı. Bu duruma itirazı olmayan, çıkış yolu aramayan, iradesine konulan ipoteği kaldırmaya çalışmayan ve daha kötüsü bunu dert edindiğine dair herhangi bir işaret de vermeyen bir Meclis, demokrasinin önünü tıkar hale gelmiş demektir. Dolayısıyla, ya içinde bulunulan durumdan çıkış formüllerini bir an önce gündeme getirip sonuçlandırmalı, ya da ülkeye daha fazla vakit kaybettirmeyip en yakın zamanda yenilenmelidir. 89. kuruluş yıl dönümünde Meclis iki seçenekle karşı karşıya: Ya anayasa değişikliği, ya seçim. 24.04.2009 E-Posta: [email protected] |