Günümüz insanının yaşadığı en büyük problemlerin sebeplerinden biri de şükür ve kanaatin yerine hırs ve açgözlülüğün ön plana çıkmasıdır. En güçlü ekonomiye sahip olan ülkelerin bile bugün dünyanın gözü önünde endişe ve panikle titrediğini görüyoruz. Ekonomik krizle sarsılan ülkelerin insanlarıyla yapılan röportajlara baktığımızda da hep telâş ve korku dolu asık suratlar, üzgün tavırlar görüyoruz. Bu korku parasız kalma, fakir düşme gibi korkular. Sahip oldukları lüks hayatı ve konforu kaybetme korkusu. Velhâsıl geleceklerinden endişe ediyorlar. Nasıl olur, daha elde etmek istedikleri, satın almak istedikleri o kadar çok şey vardı ki! Nerden çıktı bu kriz?!
Bu durum bize “Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer” hadis-i şerifini hatırlatıyor. Ve asrımızın (asırların) kanaat önderi Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi “Hırs sebeb-i hasarettir”, yani zarardır, ziyandır, hüsrandır gerçeğini...
Bugün dünyevîleşme rüzgârına kapılan insanlara baktığımızda da adeta “dünyayı yutsa tok olmayacak” halde para, makam, mal, mülk peşinde koştuklarını görüyoruz. Yine bununla ilgili bir hadis-i şerifi hatırlıyoruz. Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: ‘Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder.’”1
Kanaatsizliğin daimî bir açlık, daimî bir doyumsuzluk ve daimî bir fakirlik hâli olduğunu görüyoruz. Öyleyse asıl zenginlik gönül tokluğundadır, şükür ve kanaattedir. Tarih de şahittir ki, zenginliği dillere destan nice insanlar hasârete ve hüsrana uğramışlardır.
Meselâ Musa (as) zamanında yaşamış olan Kârun, Hz. Musa’dan (as) kimya dersi almış, bu bilgisi ile yeraltından ve nehirlerden maden çıkarmaya başlamış. Kısa zamanda öyle zengin olmuş ki, hazinelerinin anahtarlarını kırk deve yükü ancak taşıyabiliyormuş. Karun’un zenginliği arttıkça doyumsuzluğu ve dünya malına düşkünlüğü de artar olmuş. Bu da onu inkâr ve isyanın eşiğine getirmiş. Cenâb-ı Allah da Musa’nın (as) duâsı üzerine onu hazineleriyle birlikte yerin dibine gark etmiş. Yani dünyanın en büyük hazineleri, Karun için hazin bir sonun sebebi olmuş.
Günümüzde de Kârun zihniyetli sistemlerin ve Kârun gibi paragöz zenginlerin çöküşünü görmekteyiz. İnsan kendisine verilen ömür sermayesini ahiretini tedarik edecek manevî ihtiyaçlarını düşünmeden, sadece dünyaya sarf ederse bu durum insanı mutsuz, huzursuz etmeye ve sefalete atmaya sebep olmaktadır.
Mevlânâ Hazretleri dünya malını bir denize benzetir. “Dünya malı deniz, insan da üzerinde yüzen bir sandaldır” der. Dünya malına ehemmiyet vermediğimiz takdirde emniyetle denizin üzerinde seyahat etmeye devam ederiz. O deniz bize hizmet eder. Ama onun içine dalmaya, sahip olmaya çalışırsak Karun gibi gark olup gideriz. O deniz kısa süren saltanatımızın sonu olur.
Biz de batanlardan olmamak için geçmişte ve bugün yaşanan gerçeklerden ders almak durumundayız. Madde, para ve dünya ile ilişkimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Bu dünyada mutlu ve rahat yaşamanın yolu mümkün olduğunca az eşyaya ihtiyaç duyarak, sade bir hayat tarzını tercih etmektir. Sahip olduklarımıza ne kadar şükredersek, nimetlerin de o ölçüde artacağı unutulmamalıdır. İşte kısa yoldan zengin olmanın yolu. İsraf etmemek, iktisat etmek, kanaat etmek, şükretmek, helâl yoldan kazanmak, “komşusu açken tok yatmamayı” vazife edinmek, başkalarını da düşünmek. Bütün bunlarda zerre kadar bir zarar ve ziyan, korku ve endişe olmadığı gibi; büyük bir lezzet, huzur ve mutluluk, rahat ve bereket vardır.
Dipnotlar:
1- Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27, (2338).
06.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|