Geçen hafta yazımızın sonuna doğru kalemimiz bir vesileyle 1 Mayıs’lara kaymıştı. Kaygan bir zemine girince de, hemen noktalamıştık. Zira o kaygan zeminde yol alabilmenin zihnî ve fikrî hazırlığa ihtiyacı vardı.
Geçen bir haftalık zaman zarfında, hayal ve hafızanın da yardımıyla, günümüze kadarki 1 Mayıs’ların; tarihî, dinî ve sosyal boyutlarına, yansımalarına ve yankılarına; insanî duygu ve lâtifeleri devreye sokarak, takatim nisbetinde muhatap oldum. Sevinç, keder, ümit, karamsarlık, heyecan, hüzün ve daha bir çok duygular nasiplerini aldılar. Öyle ki, 1 Mayıs aynasına yansıyanlar, 1 Mayıs ekranında görünenler, bazen dehşete düşürüp, nazarımı çektirdi, ekranımı kararttı.
Meğer, kendimce en yakın ve en ürkütücü olanı da 1977’nin 1 Mayıs’ındaki Taksim olaylarıymış. O zaman Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nde yedek subay öğretmen olarak, bu olaya yeterince bakamamışım. Dehşet verici bir tablo: 34 ölü, 130 kadar yaralı. Ve ardından gelen yasaklamalar, kısıtlamalar, baskılar..
Zaten insanlık tarihi boyunca, her alandaki hak ve hürriyet mücadelesini kesintiye uğratacak sebepler de, yedekte bekletilmiş, demoklesin kılıcı olarak enselerde hissettirilmiştir. Buna da hem istibdat heveslileri, hem de haklı kazanımlarını suistimal edenler sebep olmuşlardır. Yüz yıl önce Bediüzzaman’ın, “Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz ki, elinizden çıkmasın” demesi gibi, hak arayışları, suistimaller ve provokasyonlarla darbelenmiş, kesintiye uğratılmıştır. Bazen de güzel ve masum talepler, batıl ellerde çirkinleşmiş, parlak hakikatler karartılmıştır.
Acaba, dinin nazarında kutsal olan hak, emek, alın teri ve göz nuru gibi kavramların savunması; dini “afyon” sayan Lenin’e mi kalmalıydı? Acaba, “Alın teri kurumadan işçinin hakkını verin” diyen Resûl-ü Kibriya Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ümmetine, Karl Marks’tan medet ummak yaraşır mıydı? Acaba dilediği şekilde besleyip doyurabileceği Nebi ve Resûllerini bile, el emekleri ve alın terleriyle başbaşa bırakan Cenâb-ı Rabbül Âlemin, o peygamberlerin ümmetlerine nasıl bir yol gösteriyordu?
“Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakîkate en doğru şahittir. İşte tarih bize gösteriyor. Hatta Rus’u mağlûp eden Japon başkumandanının, İslâmiyetin hakkaniyetine şahitliği de şudur ki:
İslâmiyet hakikatının kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip (medenîleşip) terakki ettiğini tarih gösteriyor.”(B. S. Nursî)
Bu düşünceler, nazarımı Kur’ân hakikatlerinin ışığında beşerî devirlerde gezdirdi. Hz. Adem’den Hz. Musa’ya, Firavun’un boğulmasına kadar ilk devir (Kurun-u Ula), oradan Hz. Muhammed’e (asm) kadar orta devir (Kurun-u Vusta), Peygamber Efendimizden ta kıyamete kadar son devir (Kurun-u Uhra veya Ahirzaman) devirleri.. “Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur’ân gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufûliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerde izah az olur.”
Ve yine Risâle-i Nurda izahı bulunan “beş devir” meselesinin Lemaat eserindeki şu veciz ifadesi:
“Beşerin başı ihtiyar; edvar-ı hamsesi (beş devri) var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor.”
Ve.. Dördüncü devre olan “Ecirlik”(ücretçilik)’ten kurtuluşun sinyallerini veren şu müthiş tesbit:
“Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermayedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz mâdenlerde çalışıp, kût-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hâl, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa ilân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar.”
Denilebilir ki, Türkiye’de de, emek ve sermaye çatışması, işçi hakları arayışları ekseriyetle böyle bolşevizm perdesi altında tetiklendiği için, çoğu zaman tahripkâr olmuş, zararlı düşmüş ve sonuçsuz kalmıştır.
Evet, sonuçsuz kalmış, zira bankalar vasıtasıyla bir sermayedarın milyonlar kazanıp, bir amelenin maden çukurlarında az bir ücrete talim etmesi devam ediyor. Yine işçi ücretlerindeki dengesizlik ve işsizlik artarak devam ediyor. Öyleyse artık sonuçsuz kalmayacak yollara başvurulmalıdır. Vahiyle gelene kulak verilmelidir. Allah ve Resûlünün gösterdiği yolda yürünmelidir. Zaten bu gidişatın daha fazla sürmesine tahammül kalmamıştır. Çünkü “Beşer esirliği parçaladığı gibi, ecirliği de parçalayacaktır.” Az ücrete talim etmeye razı olmayacak, malikiyet ve serbestlik devrini yakalayacaktır.
Dileriz ki, 1 Mayıs’lar, bütün dünyada malikiyet ve serbestiyet devrine ulaşmanın gerçek bayramları olsun. Dileriz ki,Türkiye’de devletçe bayram ilân edilen 2009’un 1 Mayıs’ı hakikaten ve her sene bayram havasında geçsin. Ne güzel bir rastlantı ki, bayram ilân edilen bu 1 Mayıs, Cuma gününe denk geliyor. Mesaîleri yüzünden Cuma namazlarını kılamayan işçi ve memurlarımız, bu sayede Cuma namazlarını eda edecekler, iki bayramı bir arada gönüllerince yaşayacaklar. Bu da 1 Mayıs kutlamalarının hakikî ve masum bir çehre kazanmasına vesile olur İnşallah..
30.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|