Türkiye içten dışa gündemini kifâyetle değerlendirmeden ilâve gündemler türüyor.
İstanbul’un ortasında bir teröristin saklandığı hücre evine saatlerce süren baskının, ölü ele geçirilen teröristin yanı sıra bir emniyet âmirinin şehit olup yoldan geçen bir gencin öldürülmesi ve 7’si polis tam 9 yaralıyla sonuçlanması, güvenlik tedbirleri zaafını bir defa daha ortaya koydu.
Başbakan Erdoğan’ın, olayın ardından “Kendim gördüm, vurulan genç, güvenlik şeridi içinde vurulmuş” dediği sırada İçişleri Bakanı Atalay’ın, “Güvenlik şeridi dışında vurulmuş, araştırıyoruz” cümlesiyle açığa çıkan çelişkiler, peşinen operasyondaki hatalar zincirini ele veriyor. Uzmanlar, istihbarat, plânlama, çevre güvenliği ve terör yuvalarına baskın yöntemindeki yetersizlikleri nazara veriyorlar.
“DOMUZ GRİBİ” PANİĞİ
Bu arada “kuş gribi”nden sonra Amerika’nın yanı başında Meksika’da başlayan ve sayıları iki bine doğru çıkan, daha şimdiden 150’dan fazlası ölümle sonuçlanan “domuz gribi” vak'ası paniği büyüyor.
Önceki seçimlerde Demokratların başkanlık aday adaylarından LaRouche ve dilbilimci-düşünür Chomsky gibi birçok Amerikalının “Amerika’nın kendi içinde plânladığı bir iç darbe” olarak nitelediği “11 Eylül olayları”yla Müslümanları “terörist” diye damgalayıp fişleyen Amerikan yönetimi, yeniden “11 Eylül” benzeri küresel komploya kapılıyor…
“11 Eylül”, Taliban ve El Kaide iddiasıyla Afganistan’ı işgale, dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Powel’in itirafıyla uydurma olduğu belirlenen “Bağdat’ın kimyasal silâhlar üretimi” yalanıyla Irak’ın istilâ edilip sömürülmesine bahane edildi. Orta Doğu’da zulmün şiddetlenmesine, İsrail’in Filistinlileri bir kat daha ezmesine âlet edildi.
Kaderin şu cilvesine bakınız ki “11 Eylül” sendromunu türetenler, “domuz gribi” sendromuna tutulmakta. Dün Müslümanları “terör”le yaftalayıp dışlayanlar, bugün “domuz gribi”ne karşı “küresel dayanışma çağrısı”nda bulunmaktalar. Topyekûn İslâm dünyasını itham eden uluslar arası şebekelerin yönlendirdiği küresel güç ve proje merkezleri “domuz gribi” alarmıyla salgın sorgulaması içinde; “biyolojik silâh” tedirginliğini taşıyorlar.
Meksika ziyaretinde Obama’yla el sıkışıp Ulusal Antropoloji Müzesini gezdiren ünlü arkeolog Felipe Solis’in “domuz gribi”nden ölebileceği tahmini, evhâmı daha da arttırıyor…
“Terör bühtanı”yla İslâm ülkelerine ağır vize uygulayıp Müslümanları resmen “terörist” diye tecrid eden ABD, komşusu Meksika ile birlikte “tecrid kapsamı”na alınmakta. İnsandan insana solunum yoluyla geçen bu salgından dolayı “Meksika’ya ve zorunlu değilse ABD’ye gitmeyin!” uyarıları yapılmakta; daha ilk haftada binlerce rezervasyon iptal edilmekte.
Böylece Yahudi lobisinin talimatlarıyla hareket eden ve kendini “İsrail’in hizmetçiliğiyle görevlendirilmiş” bilen George W. Bush’la ayyuka çıkan ABD’nin hegemonya ve çıkarları adına icat ettiği “terör isnadı”yla işgal ve sömürüyü ve haksız savaşları sürdürme stratejisi bir defa daha uluslar arası arenada sırıtmakta…
Chomsky’in tesbitiyle, ABD’nin “terörizm” bahanesiyle, “şiddet tehdidi”ni politik, dinî ve ideolojik ayırımcılıkla baskı hedeflerinde istimalinin bir nev'î rövanşı alınmakta. BM’nin Aralık 1987’de 153’e karşı 2 oyla kabul edilen uluslar arası terörizmi en şiddetli üslûpla eleştirisine ve “küresel ısınmaya tedbir” kararlarına ret oyuyla karşı çıkan ABD ile İsrail’in “zihin haritasındaki çelişkiler felsefesi” bir defa daha çuvallamakta…
BELİRSİZLİK SARPA SARIYOR
Kamuoyunda bunlar tartışılırken Amerikan Başkanı’nın Ermeni diasporasının terminolojisiyle 1915 olayları hakkında “soykırım”dan daha ağır anlama gelen “büyük felâket” tabirini kullanıp Türkiye’yi bile bile “töhmet” altında bırakması, Ankara-Erivan-Bakü üçgenindeki siyasî kargaşayı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Gece yarısı “parafe” edilen “yol haritası” muamması, ilişkileri daha da sarpa sarıyor. Diasporanın izindeki Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan ve Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın açık açık “Türkiye ile görüşmelerde Karabağ konusu yok” demelerine mukabil, Başbakan’ın meselenin açıklığa kavuşmasını isteyenlere “tepki”si garâbeti yaşanıyor.
Ankara’dan salt kuru “Azerileri üzmeyiz” tesellileri veriliyor; lâkin Ermenistan işgali altındaki Dağlık Karabağ’ın “yol haritası”nda olup olmadığı hâlâ bilinmiyor. Ankara, “Bakü’ya rağmen imza atmayız” diyor, ama imza öncesi “parafe” Azerbaycan’ı çileden çıkarmaya yetiyor. “Türkiye Karabağ’ı gözardı etmemeli” temennisini dile getiren Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in Brüksel’de, “Türkiye ve Erivan iki bağımsız ülke olarak istedikleri anlaşmaları yapabilirler; ancak Azerbaycan halkı Ankara’nın Erivan’la mutabakatını, Dağlık Karabağ’ın önşarta bağlanıp bağlanmadığını bilmek istiyor; aksi halde Türkiye ile ilişkileri gözden geçireceğiz” sözleri bunun ifâdesi.
Belirsizlik, güvensizliği daha da arttırıyor, “normalleşme süreci”ni daha açıklanmadan baltalıyor. Ve Azerbaycan’la ilişkiler giderek çelişkili bir sendroma dönüşüyor.
Ankara, önce bu güvensizliği giderip sözkonusu çelişkili sendromları aşmalı…
30.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|