İki haftadır peş peşe seyahat etme imkânım oldu. Her yolculuk değişik insanlarla tanışmayı netice verdi. Bu tanışmalar ve konuşmalar dostlar dairesinin genişlemesine vesile oluyor.
Geçtiğimiz hafta bir toplantı için İstanbul’a gitmem îcap etti. Çantamı hazırlarken iki tane kitap koydum. Belki yeni insanlarla tanışır ve hediye ederim diye düşündüm. Ve o niyetle Ankara terminaline gittim. Yirmi üç numaralı koltuğa yaklaştığımda, pencere tarafında yakışıklı ve çok genç biri oturuyordu. Hayırlı yolculuklar diledim ve okumam gereken yedi Âyete’l-Kürsî’yi okumaya başladım. Sonra tanıştık. Antakyalı’ydı ve Eskişehir Anadolu İktisat Fakültesi birinci sınıftaydı. Önünde kalın bir kitap duruyordu. Dostoyevski’nin eseriydi. Rus klâsiklerinden birini takip ettiği açıktı. “Bir iktisat talebesi olarak, Türkiye ve dünyayı etkileyen küresel kriz hakkında ne düşünüyorsun? Bu sıkıntılı süreç daha ne kadar devam eder?” diye sordum. Güldü ve “Ben daha yeni bir öğrenciyim, nasıl bilebilirim?” dedi.
Bir müddet sonra mânevî konulara geçtik. “Hiç ölmek istemeyen insanlar için bir ölümsüzlük ülkesi var. Sence orası neresidir?” diye sordum. Dikkatle yüzüme baktı ve “Âhireti mi kastediyorsun?” dedi. “Evet. Sen âhiretin varlığına inanıyor musun?” dedim. “Hayır! Ne Allah’ın var olduğuna, ne de âhirete inanmıyorum” dedi. İçim cız etti. Yirmi bir yaşındaki bu genç insan, imandan yoksundu.
Elimdeki kitabı göstererek “Sence bu kitap bir yazarı olmadan kendiliğinden yazılabilir mi?” dedim. “Hayır. Mutlaka bir yazarı olmalıdır” dedi. “Peki, muazzam bir kitaba benzeyen bu kâinat nasıl yazarsız olur?” dedim. Sustu ve düşünceye daldı. Elimdeki kalem ve gözlüğümü göstererek “Bu kalem ve gözlük ustasız meydana gelir mi?” dedim. “Elbette bir ustası olması lâzım. Çünkü onlar bir amaç için yapılmış” dedi. “İyi ama, her şey bir maksat ve gaye için çalışıyor ve san'atlı yapılmış. Bunların tesâdüfen oluştuğunu akıl kabul eder mi?” dedim. Yine derin düşüncelere daldı. Sonra güneş sisteminden, dünyanın güneş ve kendi etrafındaki dönüş hızlarından, güneşe olan ince hesaplarla plânlanmış mesafesinden, gece gündüz ve mevsimlerin meydana gelmesinden, güneş sistemindeki düzenin maddenin en küçük parçası olan atomlarda da cereyan ettiğinden bahsederek, bunları plânlayan ve bilfiil icrâ eden Yüce bir Yaratıcının varlık ve birliğine işâret ettiğini söyledim.
“Hocam! Ben bu konularda gerçekten bilgisizim. İnanmayışımın temelinde bu var” dedi. Genç adam yumuşamıştı. Devamla “İnsanın bu dünyada yaşamasının bir anlamı olmalı. Gayesiz bir hayat anlamsızlaşır. Bütün varlıklar bir gaye için çalışırken, insanın gayesiz ve vazifesiz olduğu düşünülemez. O vazifenin ne olduğunu, ancak insanı yaratan ve dünyaya gönderen Yüce Yaratıcı bilebilir. Bildiği için de haber verir. İşte, Kur’ân-ı Kerîm bu maksatlar için Peygamber Efendimize (asm) indirilmiştir. ‘Ben, cinleri ve insanları yalnız Beni tanısınlar, iman ve ibâdet etsinler diye yarattım’ âyeti yaratılış gayemizi bildirmektedir.”
Otobüsümüz seyyar bir dershane olmuştu. Delikanlı ilgiyle ve dikkatle dinliyordu. “Azrail gelse ve canını almak istese, hemen, şimdi ölmek ister misin?” dedim. “Yo, hayır hayır! Yaşamak varken kim ölmek ister ki?” dedi. “Evet. Hiç kimse ölmek istemez. Ne kadar yaşlansa biraz daha yaşamak ister. Demek, insanda sonsuza kadar yaşamak arzusu var. Bu arzuyu kim vermişse, elbette ebediyen yaşanılacak bir ölümsüzlük ülkesi hazırlamış ki bu duyguyu bize vermiş. Midemize açlık hissini verip, sayısız nimetleri onun için hazırladığı gibi. İşte, Cennet dediğimiz âhiretin saadet ve nimetler diyarı orasıdır” dedim.
Sohbetimiz bu minval üzere saatlerce sürdü. Ona, âyet, hadis ve Risâle-i Nur referanslı hakikatlerle dolu “Ölümsüzlük Ülkesine Yolculuk” adındaki kitabımı imzalayıp hediye ettim. Çok memnun oldu. Karşılıklı telefonlarımızı verip tekrar görüşmek dileğiyle ayrıldık. Özer Yoğun isimli bu genç delikanlıya arkasından duâ ettim ve Allah’tan hidayet nasip etmesini diledim.
Toplantı bitiminde Esenler Otogarına geldim ve bilet istedim. “23 nolu koltuk boş” dediler. Hemen aldım. İlginçtir, gelirken de aynı numaralı koltukla gelmiştim. Yan koltuk boştu. Kartal terminalinde temiz yüzlü bir genç geldi ve müsaade isteyip pencere kenarına, 24 nolu koltuğa oturdu. Kısa zamanda onunla da tanıştık. Garip bir tevâfuk ki, bu genç de yirmi bir yaşında ve Ankara Üniversitesi İktisat Bölümünde okuyordu. Risâle-i Nurları da okuyan kalabalık bir cemaate mensuptu. Erzurum Hasankaleli olan Halil Keskin adındaki bu gençle daha rahat ve saatlerce sohbet ettik. Cemaatler arasındaki ilişkilerden içtimâî meselelere, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur farkından radikal ve siyasal İslâm konularına kadar bir çok konuda müzakerelerde bulunduk ve mutabık kaldık. Bu kardeşimize de “Ölümsüzlük Ülkesine yolculuk” kitabını imzalayıp hediye ettim ve o günkü ve ertesi günkü Yeni Asya gazetelerini verdim. Memnun oldu. Asya Nur Kültür Merkezindeki Pazar akşamı seminerlerine arkadaşlarıyla birlikte gelebileceklerini söyledim. Kartvizitin arkasına da www.asyanur.info adresimizi yazarak, bu siteden yüklediğimiz makale, seminer ve Risâle-i Nur derslerini izleyebileceklerini ifade ettim. Karşılıklı telefonlarımızı vererek vedalaştık.
Böylece, seyyar bir dershane gibi olan otobüste iki gençle tanışmak ve kudsî hakikatleri paylaşmak nasip oldu, Elhamdülillah...
29.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|