Bahar, üzerindeki bütün kışlık giysilerinden yavaş yavaş sıyrılmaya başladığını gösterir oldu bugünlerde. Baharın ve yazın ilk habercisi olan saatlerin ileri alınmasının ardından, daha somut belirtiler de ortaya çıkmaya başladı. Etrafı renklendiren binbir türlü çiçekler, baharı hissetmek isteyen rengârenk insanlar, uzayan günler, kısalan geceler, netleşen yıldızlar, parıldayan güneş… Hepsi baharın ve ardından gelecek olan yazın habercileriydi.
Mısır’da bahar denen mevsim yaşanmadığından yahut ömrü çok kısa olduğundan, Türkiye’de baharı karşılamak paha biçilemez birşey. Geçen yıl makale dersimin sınavında konulardan biri “dört mevsim” ile ilgiliydi ve ülkemde dört mevsimi de yaşıyor olmanın avantajıyla güzel tasvirler kullanıp oldukça yüksek bir not alarak dersten geçmiştim. Şimdi sadece ağaçların çiçek açması değil, sokaklarda satılan çağlanın, eriğin de büyük bir nimet ve zenginlik olduğunu bir kere daha anlarken (ve Mısır’da benden erik isteyen Türk arkadaşlarımın sayısını hesaplamaya çalışırken), farklı faaliyetleriyle baharı kutlayan ülkemizde gözlemlediğim güzelliklere değinmeden de geçmemeliyim diyorum kendi kendime.
Bursa’nın fetih şenliklerinin baharla buluşmasının güzel neticelerinden biri olan halka açık kutlamalarda, Bursa’nın Tophane semtinde yer alan Osmangazi-Orhangazi türbeleri civarında gerçekleştirilen törenlere katıldım. Tamamen festival havasında geçen törenlerde, Mehter Takımı ve Karagöz-Hacivat gölge oyununun yanı sıra, kılıç-kalkan ve halk oyunları ekibi de yer aldı. Faaliyet boyunca Osmanlı dönemindeki kıyafetleriyle de orijinalliğini korumaya çalışmış olan pamuk helvacı, macuncu, Türk kahvesi standı, bütün halka ücretsiz hizmet vererek, hem çocukları sevindirdi, hem de baharla halk buluşmasını bir nev'î “kısmî piknik “olarak değerlendirdi. Bursa’ya baharın geldiğini fetih kutlamalarıyla bir kere daha anlamış olduk…
Bursa’dan İstanbul’a doğru ilerleyince, geçen haftalarda bahsettiğim ve her daim anlatılamaz bir zenginlik olan “Kapalı Çarşı”nın etkisinde kalmamak için, içeri girmeme kararı almıştım. Sultanahmet ve tarihî yarımada civarlarında kardeşimle yürürken, adı İstanbul’la, baharla, coşkuyla, güzelliklerle, mutlulukla özdeşleşmiş olan lâlelerin her yanda açtığını gördük. Meğer tam Lâle festivali zamanıymış. Rabbimin yüceliğini her defasında bir kere daha gördüğümüz tabiatın her köşesinde büyük bir coşku ve ahenkle açmış olan lâleleri seyre dalıyoruz. İçlerinde Kızıldeniz’deki balıkları kıskandırmaya çalışır bir renk tablosu var: Her renk lâle, İstanbul’u tamamlayan mücevherler gibi şehrin bazı yerlerini süslemiş. “Lâle zamanı” isimli faaliyetler çerçevesinde, İstanbul’un farklı köşelerinde, Türk Sanat Müziği yahut Türk Halk Müziği çalan ve söyleyen grupları görmek de mümkün. Şehirde hem baharın gelişi kutlanıyor, hem de insan kendini hiç yabancı hissetmiyor. Ve memleketinde olduğuna bir kez daha şükrediyor.
İstanbul’un ardından, Mesir Macunu şenliklerinde halkla baharı, gelenekle yeniliği birleştiren ve kavuşturan Manisa’yı dinliyorum. Sadece çeşitli baharatları ve birbirinden renkli ambalajlarıyla bile, Manisa’yı renklendiren mesir macunu şenliklerinin de, halkı baharla buluşturan bir başka güzellik olduğunu görüyorum. İyice ısınan havaların etkisiyle, bugünü değerlendirmek isteyen birçok kişi, soluğu şehir merkezindeki parklarda ve benim “festival alanı” dediğim yerlerde almış. Şehrin göbeğindeki parklarda yahut azıcık bir çimenin bulunduğu yerlerde bile piknik yapan birçok insan görmek mümkün. Manisa’da da bahar, halkla buluşmuş.
Daha çok çiçekler açacak ve ardından ağaçlar meyve verecek. Bizler ise bu baharı fırsat bilerek, yenilenen dünyamız gibi belki kendimizi de yenileyeceğiz. Ümitsizliklerimizi saklayacak, geleceğe umut dolu bakacağız. Ne de olsa “Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı” vardır….
28.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|