Devletin adâlet ve emniyet birimlerinin silâhlı çetelere ve terör örgütlerine yönelik verdiği çetin mücadeleyi, yaptığı başarılı operasyonları, vatanını, milletini seven her vatandaş gibi biz de tebrikle, takdirle karşılıyoruz.
Bununla beraber, vatandaşın ekseriyetini her gün tedirgin ve huzursuz eden hırsızlık ve soygun vak'aları karşısında bu birimlerin aynı başarıyı gösterememesinden duyduğumuz üzüntüyü de ifade etmek durumundayız.
Bakınız, size İstanbul'un en merkezî yerinin en gözde muhitinde neler olup bittiğini misâl olarak arz edelim ki, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılsın.
Daha evvel Bizans'tan kalma sarnıcıyla, kiliseden çevrilme camisiyle, sayısız türbe ve—turizmin gözdesi—tarihî antik evleriyle meşhûr olan Zeyrek semtinin ismi, son mülkî düzenlemeyle dört mahalleyi içine alan Zeyrek Mahallesine dönüştü.
On binlerce nüfusu barındıran bu büyücek mahallede, biz de beş–altı senedir ikamet etmekteyiz.
Mahallenin Haydar ve Cibali tarafında, son derece fakir, perişan ve hatta sefalet içinde yaşayan bazı aileler var. Eski, köhne, ufunetli evlerde oturan bu insanların çoğu aynı zamanda işsiz, güçsüz durumda.
Bir taraftan da eski yapıları restore edilerek çehresi güzelleştirilmeye çalışılan Zeyrek'te, ne yazık ki normal bir hayat neredeyse artık yaşanamaz bir hale geldi.
Bizim de beş–altı senedir ikamet ettiğimiz bu geniş muhitte, gördüğümüz ve duyduğumuz kadarıyla, hırsızlık ve soygun vak'aları had safhaya varmış durumda.
Hani, neredeyse soyulmadık ev, dükkân, işyeri, hatta otomobil kalmadı. Ki, bazılarında mükerrer vak'alar yaşanıyor. Üstelik, bir kısmı güpegündüz vaktinde.
Artık, bir şebeke halini aldığı anlaşılan bu vak'aların giderek artması, bu muhitte yaşayanları ciddi şekilde huzursuz ve tedirgin etmeye başaldı.
Bunların yakalanamaması, şebekelerin çökertilememesi, adeta yaptıklarının yanlarına kâr kalması, vatandaşı büsbütün huzursuz ediyor, dahası ilgili birimlere duydukları güveni temelinden sarsıyor.
Pazar gecesi mesaisi
Bizim oturduğumuz yirmi daireli— bir kısmı gündüz vakti—şimdiye kadar sekiz–on kadar hırsızlık vak'ası oldu.
Komşu apartmanların da durumu bizimkinden pek farklı değil.
Yakınımızdaki sokak ve caddelerdeki birçok dükkân ve mağaza soyuldu, başta bilgisayar (laptop) olmak üzere kıymetli eşyaları çalındı.
Aynı şekilde sayısız otomobilin de camı kırılmak sûretiyle, içindeki değerli eşya ve cihazları sökülüp götürüldü.
İki ay arayla bize gelen misafirin otomobili de, her iki defasında da camı kırılmak sûretiyle soyuldu.
İkinci vak'a geçtiğimiz Pazar gecesi oldu. Minibüsün camı tuzla buz edilmiş ve soyulmuş. Bir ara sağa–sola baktık ki ne görelim. Sadece Sankiyedim Camii çevresinde dört–beş otomobilin daha aynı durumda olduğunu gördük.
Durumu 155'e bildirdik; istediler, adres verdik. "Bekleyin, ekip gelecek" denildi. Bir saat sonra, yine aradık, aynı cevabı aldık. Bir saat daha bekledik, sabrımız taştı ve karakola gittik. Kasko sebebiyle, Fatih'teki iki karakol arasında mekik dokuduk. İki saatimiz de öyle geçti.
Pazar günü bir–iki saat kadar da otocam işiyle (orada da 16. vak'a olduğumuz söylendi) uğraştık ve bütün günümüz böylece zayi olup gitti.
Dün sabah evden çıkıp işyerine doğru gelince, sokaklarda, kaldırım kenarlarında tuzlabuz olmuş yeni otomobil camı parçacıkları gördüm.
Hâsılı, Anadolu'daki vasat bir şehir büyüklüğündeki Fatih'in Zeyrek Mahallesinde, ne huzur kalmış, ne de güven. Hangi gün kimin başına ne gelecek, kimin evi, işyeri, yahut otomobili soyulacak bilinmiyor. Bir büyük bilinmeyen de, bu işi yapanların neden yakalanamadığı, neden çökertilemediği...
Yıldız Sarayı'nı tâlân edenler
Sultan II. Abdülhamid'i tahttan indiren İttihatçı çapulcular, aynı zamanda tarihin en çirkin, en iğrenç hırsızlık olaylarından birini de irtikâp ettiler.
Yıldız Sarayı'nda bulunan Sultan Abdülhamid'in şahsına, ailesine ve hatta saltanata ait değerli eşyanın hemen tamamını sandıklara doldurup ve bir kısmını da alenen gasp ve garet edip götüren yağmacılar, ayrıca kütüphanede bulunan pekçok kitap ve evrakı da ateşe vermek sûretiyle ihanete varan en büyük cinayeti işlemiş oldular.
Saraydan hırsızlanarak götürülen değerli eşyanın âkibeti hakkında da herhangi bir mâlumat yok.
İşte, bu büyük tâlân ve soygun hadisesinden de anlaşılıyor ki, Selanik merkezli Hareket Ordusunun asıl maksadı, söylenildiği gibi 31 Mart isyanını durdurmak, sükûneti sağlamak, yahut meşrûtiyeti korumak falan değildir.
Bu çapulcu sürüsünün yapıp ettiklerine bakıldığında, temelde Osmanlıya düşmanlıktan, hürriyet ve meşrûtiyete karşı duyulan hazımsızlıktan başka birşey görünmüyor.
Gerisi bahanedir, lâf û güzâftır, çalınacak minareye kılıf hazırlamaktır ve tatbik edilecek şiddetli istibdat rejimine göz boyama gerekçeler hazırlamaktan ibarettir.
Evet, herşey bir yana, sadece şu Yıldız Sarayı yağması dahi, Hareket Ordusunun arkasına gizlenmiş olan müfsit şebekenin sûiniyet ve ihanetinin bâriz bir göstergesi hükmündedir.
İstanbul'u isyancılardan güya kurtarmak maksadıyla Selanik'ten gelen Hareket Ordusuna mensup çapulcu subaylar tarafından yağma edilen Yıldız Sarayından bir görünüm.
28.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|