Bu konuya daha önce de değinmiştik. 11 Eylül’ün dünyada, bilhassa Amerika ve Avrupa’da İslâmiyet aleyhine başlattığı propaganda Almanya’da da tesirini göstermişti. Kur’ân’ın —hâşâ—insanları terörize ettiği iddiasıyla neredeyse bütün Müslümanlara potansiyel terörist nazarıyla bakılmasının neocon’larca teşvik edildiği bir dönemde, Almanya da bilmecburiye İslâm Konferansını toplamıştı. Konferansa, daha ziyade organize olmuş ateistlerin Müslüman sıfatıyla katılmaları, İslâmî pratiğe düşmanlıklarını gizlemeyen üyelerin medya üzerinden taarruzları ortalığı toz dumana boğmuştu. Ex muslim hareketi de (eski Müslümanlar) konferansa iştirak eden Türk kökenli saldırgan gizli ateistlere destek çıkmıştı.
Yukarıda arz ettiğim manzara ve şartlar içinde, dinî cemaatlerde bir telâş sezinlenmiş; bu telâş, bazı Müslümanların İçişleri Bakanı Schaeuble’ye kuşkulu bakmalarına ve yer yer tenkitlerine de sebep olmuştu. 11 Eylül’ün tazyikiyle Almanya’da hükümet olan Angela Merkel ve yakın çevresinin bütün semavî dinlere ve pratiklerine önyargılı davranmaları da, Schaeuble gibi dine taraftar siyasetçilere yönelik kuşkuları arttırdı.
Ama Almanya İslâm Konferansını takip edenler, sürecin yavaş yavaş inananların lehine döndüğünü müşahede edeceklerdir. Devletin Müslümanlarla alâkalı bütün birimlerinin çalışmaları, istatistikî bilgiler, dinî cemaatlerle ilgili araştırmalar ve İslâmiyet üzerine yapılan tetkikler, Amerikalı neocon’larla Sarkozy gibi önyargılı siyasetçileri tekzip etti.
Müslümanlar, netice itibarıyla devletin kendilerine yönelik bu tür çalışmalarından memnun oldular ve İslâmiyetin güzelliğinin mutlaka ortaya çıkacağı inancıyla yetkililere yardımda bulundular. Sürecin geniş bilgi ve belgeye dayalı olarak İslâmiyetin lehine işlemesi, işin başında dört elle konferansa sarılan bazı çevreleri fevkalâde rahatsız etmeye başladı.
Saldırgan ateistlerin ileri sürdükleri iddiaları, gelişen süreç reddedilince, çareyi meşhur Yahudi yazar Giordano’dan yardım istemekte buldular. Hıristiyanlığa ve İslâma da karşı olan Kölnlü yazar, İçişleri Bakanını bu konferansı feshetmeye dâvet etti. Müslümanların adam olamayacaklarını, Avrupa’ya entegre olmaları bir tarafa, sosyal hayata hiç uyum sağlayamayacaklarından dem vurdu.
Aslında bu konferansla İslâmın Almanya’nın gündemine oturmasından rahatsız olanlar, gündemin değiştirilmesini istiyorlar. Musevî yazara destek çıkan SPD’li vekil Lâle Akgün de telâş içinde konferansa itiraz edenlerden. Aynı zamanda partisinin “İslâm temsilcisi” de olan bu hanımefendi hem partililerin, hem de Kölnlü Müslümanların büyük tepkisini çekiyor. İslâm aleyhtarlığında dosyası kabarık olan Lâle hanım, bu gidişatla hem partisine büyük zarar veriyor ve hem de siyasî kariyerini tehlikeye atmış oluyor.
Bu arada Angela Merkel’le birlikte CDU’ya üşüşen semavî din ve ahlâk karşıtı kadroların çalışmaları, şu günlerde SPD’ye yuvalanmış Türkiyeli İslâm düşmanlarını işsiz bırakmış görünüyor. Dinsizlerin ve ahlâksızların avucunda muhalefette bile mum gibi eriyen partinin bu durumuna Müntefering’in bir çare bulması gerekiyor. Almanya’nın sosyal demokratlara en çok ihtiyaç duyduğu şu zamandaki erime, Avrupa’nın da zararına olur.
11 Eylül’ün desinformasyonuyla kafası karışan Alman kamuoyunu aydınlatan bu konferansın ilk günlerindeki telâşa bildiğiniz gibi Yeni Asya okuyucuları düşmemişlerdi. Bahtiyar Alman milletinin İslâm âlemine dost olduğunu ve ahirzaman dinsizliğine karşı “hakikî İsevîler” olarak Müslümanlarla ittifak edeceklerini Bediüzzaman’dan okuyan Yeni Asya takipçileri, eninde sonunda söz konusu konferansın insaniyetin lehinde sonuçlanacağını biliyorlardı.
Risâle-i Nur Talebelerini şu müsbet düşüncelere ve ümit dolu bekleyişlere sevk eden diğer bir hakikat de, “doğru İslâmiyetin” Avrupalılarca tanınmaya başlamasıydı. Taassubu, tarafgirliği, çatışmayı, çılgın tüketimi, sefaheti ve semavî dinler karşıtlığını terk eden “Birinci Avrupa’nın ayağa kalkışı, aynı çizgide yürüyen Avrupalı Müslümanları yüreklendirdi.
Bilhassa aileye, güzel ahlâka, çalışmaya, paylaşmaya, çevreye, adalete ve insan haysiyetine Hıristiyanlarca yapılan kuvvetli vurgu yalnızca Avrupalı Müslümanları değil, bütün İslâm dünyasını heyecana sevk ediyor.
Hislerimiz ve gözle görülen küçük küçük işaretler, Avrupa Birliğinin lokomotifi hükmündeki Almanya’nın kazanını yeni yeni buharlarla doldurduğunu gösteriyor. Bu ise, insanlığa tekrar hak ve adalet tevziinde bulunacak Mesih’in beklenen icraatlarının mevsimini haber veriyor. Mesihî nefesler, yalnızca kışta uyumuş ve uyuşmuşları değil, ahirzaman dinsizliğinin manyetik alanında hipnotize olmuş Avrupa’yı da uyandırıyor.
27.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|