Kulum ya, işte ben o zaman varım…
“Varlığını içten ve ebedî hissetmek isteyenlere…
Faniye razı olamayanlara…
Bekaya müştak olanlara...”
[Fani olan ama faniye razı olamayan, dünyada yaşayan ama ebediyete müştak olan bir gencin hatıra defterinden…]
Ben kulluğumu fark ettiğim gün,
Varlığımı, hayatımı hissediyorum…
...
Ben kulluğumu hissettiğim an,
Tek başıma kâinat oluveriyorum…
…
Ben kulluğumu, haddimi bildiğim gün
Ap ayrı bir huzura gark oluyorum.
…
Ben mutluluk falan aramıyorum.
Mutluluğu irade, niyet etmiyorum.
Zira niyet, fıtrî hayatın ölümüydü ya
Fıtrîlikten uzak, gösterişli, riyalı bir hayat istemiyorum.
Sadece kulluğumu hissetmeye
Bir kula ne yapmak düşerse
Onu yapmaya çalışıyorum.
Nimet mi geldi önüme, Elhamdülillah şükrediyorum.
Bir ağaç mı ilişti nazarıma, Maşaallah tefekkür ediyorum.
Öyle önde falan olmak da istemiyorum.
İçimdeki dev de uyanmasın, haddini bilsin.
Küçüklüğü küçümsüyoruz ya...
Küçük bir anahtar açıyor evimizin kapısını.
Küçük bir farkla kaçıyor trenler, otobüsler...
Küçümsediğimiz için büyüyor yaralar…
8 dakikada bir kişiye evet dedirtmek de istemiyorum.
20 adımda kendimi değiştirmek de bana fıtrî gelmiyor.
İçimde Sınırsız Güç varmış, bak sen, hadi oradan...
Gerçekçiyim, acizliğimi biliyorum.
Ve aczimi Rabb’ime karşı bilmekle ne kadar büyüyebileceğimi de biliyorum.
Ama ben Rabbime karşı aczimi de, büyük olmak için yapmıyorum. Bir kula ancak acizlik yakışır da ondan haddimi biliyorum.
Olduğum gibi görünmeye ve İnşaallah göründüğüm gibi olmaya çalışıyorum.
Acizim, fakirim…
Bundan hiç mi hiç gocunmuyorum.
Elhamdülillah insanım ya, tabiî ki eksik yanlarım olacaktı.
Öyle mükemmellik beklentileri içinde olmuyorum.
Bazen bir ağaç gibi meyve veriyorum.
Bazen kurak kalıyor toprağım. Sadece ellerim açık duâ ediyorum. Meyvelerin benden olmadığını anlıyorum. Bir kuru çubuk imişim farkına varıyorum.
Hülâsa bana nimet olarak ne verilmişse, istidat olarak ne ekilmişse ruhuma, onları imanla, Kur’ân’la hayatlandırmaya çalışıyorum. Bazen başaramıyorum. Düşüyorum. Duâ vaktidir diyorum. Bir ağaç gibi açıyorum ellerimi, duâya duruyorum. Meyveye duru yorum.
İçten bir şekilde kulluğumu hissetmeye çalışıyorum.
Ve Elhamdülillah mutlu oluyorum…
Ümit doluyorum.
İnsanlar içinde bir insan gibi.
Çocuklarla arkadaşlık kuruyorum.
Manav Ahmed’e “Bunca nimetlerin fiyatını nedir?” soruyorum. Nimetin asıl sahibini hatırlatmaya çalışıyorum…
Otobüste biletçiye, “Bu hayat yolculuğunda bilet nedir?” soruyorum. Annemin oğlu oluyorum, ayaklarına kapanıyorum. Cennetimi arıyorum. Baba cennetin orta kapısı ya… Babamın gönlünü almaya çalışıyorum… Cennetin, rahmetin kapısını çalıyorum. Bir arkadaşım yere mi düşmüş, ben de düşüyorum. Allah’ın izniyle ayağa kaldırıyorum. Bir anne, çocuğu için bir şeylere mi üzülüyor, ona şifa arıyorum… Ama bu nimetleri hiç mi hiç kendimden bilmek istemiyorum. Ebedî bir zâtın ayinesi olmak varken, faniye takılmak istemiyorum. Tükenmez bir rahmet hazinesine bağlamışken kendimi, her şeyi kendime mâl ederek şu dünya çölünde yanmak istemiyorum… Bir kul gibi şükrediyorum… Bir kul gibi düşüyor ve bir ağaç misâli duâya duruyorum…
…
“Düşünüyorum, o halde varım!” diyen Decart’ı da anlamıyorum, anlayamıyorum.
Ha, düşünmek güzel bir şey doğru. Var olmak kadar da değerli belki. Ama ne düşündüğünü düşünmek de önemli değil mi? Neyi düşündüğümüz de önemli değil mi?
Ben öyle bir düşünmekle var olamıyorum.
Öyle küçük, dar, kısa, geçici bir varlık tatmin etmiyor beni. Ne yapayım, razı olamıyorum. Kalbimin ‘ebed, ebed’ sesini bir türlü bastıramıyorum.
Ben ebedî bir Zâtın âyinesi olduğumu hissettiğim zaman, ebedî bir varlığı içten hissediyorum. Bir anda kâinat oluyorum. Ferahlıyorum. Cennetten de kendime bir varlık biçiyorum. Ruhumun dizginlerini salıyorum. Hakikaten var oluyorum.
Düşünürken de varlığını hissedebilir insan. Bu doğru...
Ama bu, fani bir varlık olur.
Oysa ben faniye razı olamıyorum.
Ebedî bir varlığı içimde hissetmek istiyorum.
…
Onun için beni ebedî var edecek birine bağlı olmalı idim.
Ebedî bir zata âyine olmalıydım ki, ben de ebedî olabileydim.
Kusuruma bakmayın, öyle felsefe düzenbazlıklarına da gelemiyorum.
Öyle küçük bir varlık tatmin etmiyor beni.
Tatmin olmuyor kalbim ne edeyim.
Faniye razı olmuyor.
Beka istiyor.
Lika istiyor.
…
İşte bunun için seçtim bu yolu: Kulluk Yolu.
Risâle-i Nur’da geçtiği üzere tarîk-ı ubudiyet…
Evet ben kul olduğumu hissettiğim gün, bütün varlığımı içten ve ebedî bir ruhla hissediyorum.
Kul oluyorum ya
Mutlu oluyorum.
Huzur doluyorum.
Var olmanın tarifsiz lezzetini kulluğumu hissedince tadıyorum.
Hadi gelin,
Bir kul gibi saf ve temiz geldiğimiz şu dünya hanından tertemiz geri dönelim Rabbimize.
Bir kul gibi geldik ya,
Kul gibi yaşayalım
Ve bir kul gibi dönelim Rabbimize…
...
Kulluğunuzla kalın efendim.
Kulluğunuzla ebediyyen var kalın…
…
Elhamdülillah…
|