Kabine revizyonu, hükümete taze bir soluk getirerek, 22 Temmuz seçiminden sonraki süreçte yaşanan patinajı sona erdirerek yeni bir dinamizme start verdirebilecek mi?
Hep birlikte takip edip göreceğiz.
Yenilenmiş hükümetin önünde. aşmak zorunda olduğu ekstra handikaplar var. Bunlardan biri, AKP hakkındaki kapatma dâvâsından çıkan sonucun koyulaştırdığı yargı vesayeti. Bu sonucun ardından, yine Anayasa Mahkemesi, önüne getirilen birçok başka konuda verdiği kararlarla, Meclisin hükümete verdiği yetkileri tırpanladı.
AYM’ye paralel olarak, Danıştay da her fırsatı değerlendirerek aynı yönde kararlar verdi. Son günlerde, ilkokullardaki ders programlarına el atıp müfredat iptali gibi görülmemiş kararlara imza atıp özel okullarda da Atatürk köşesi ısrarını tekrarlaması, bunun düşündürücü örnekleri.
Hüseyin Çelik yerine Nimet Çubukçu’nun Eğitim Bakanı olması bu durumu değiştirir mi?
Temeldeki problem, öteden beri yüksek yargıya hakim olan ve 28 Şubat sürecinde daha da pekiştirilip tahkim edilen “laikçilik eksenli” müdahaleci anlayışın bir türlü aşılamıyor olması.
Taha Akyol’un zaman zaman hatırlattığı gibi, Ecevit bu durumu yarım asır önce “Yargı devrimcilerin elinde” diyerek ifade ve ikrar etmişti.
Görevi, hiçbir tesir ve baskı altında kalmaksızın sadece ve sadece adaleti tecellî ettirmek olan yargı kurumunun, bunun yerine resmî ideoloji muhafızlığını öncelemesi, büyük bir talihsizlik.
Derin ve köklü bir zihniyet değişimi başarılmadan bu durumun aşılabilmesi mümkün değil.
Uzun ve zorlu bir süreci gerektiren bu değişimi hızlandırmak içinse yapılması gereken pek çok şey var. İlkokuldan başlayıp hukuk fakültelerine kadar, eğitim program, müfredat ve yöntemlerinin çağdaş demokrasi ve hukuk kriterlerine göre tekrar şekillendirilmesinden, bu noktada duyarlı bir kamuoyu oluşturulmasına kadar.
Bunun için ise, farklı düşünce ve görüşlere sahip olsalar da, demokrasi ve hukuk ortak paydasında buluşabilen bütün toplum kesimlerinin, bir seferberlik mantığıyla elbirliği yapması şart.
Atılması gereken bir başka önemli adım, vesayetçi anlayışın temel dayanağını oluşturan darbe anayasasının bir an önce tedavülden kaldırılıp, yerine hürriyetçi bir anayasanın ikame edilmesi.
Yeni AKP hükümetinin bir numaralı gündemi bu olmalıydı. Ancak görünen o ki, topyekûn bir anayasa değişikliği şansı büyük ölçüde kayboldu.
22 Temmuz’dan sonra yapılabilirdi, ama mâlûm sebeplerle olmadı. Kapatma dâvâsıyla herşey alt üst oldu. Ürkütülüp sindirilen AKP, şimdi böyle bir psikoloji içinde, çekingen bir tavırla, beş-on maddeyi geçmesi beklenmeyen bir mini anayasa paketini gündeme taşımaya çalışıyor.
Gerçi YAŞ ve HSYK’ya yargı yolu gibi hassas ve “dikenli” konuların dahil edildiği, yirmi maddeye kadar çıkan bir paketten söz edilirken, bu tür tartışma doğuracak maddelere yer vermeme eğiliminin ağır bastığına dair haberler de geliyor.
Ve Meclisteki sayı dengesi, AKP’nin tek başına anayasa değişikliği yapmasına imkân vermiyor.
Muhalefetin tavrı ise, özellikle 29 Mart sonrasında uzlaşmaya daha uzak ve kapalı görünüyor.
AKP’nin tercihi, değişiklikleri bilhassa CHP ile birlikte yapmak. Önceden de böyleydi, ama kapatma dâvâsının ardından bu tavır daha çok öne çıktı. Çünkü CHP’nin, rızası haricinde yapılacak bir değişikliği AYM’ye taşımasından çekiniliyor.
Nitekim AKP sadece bir defa MHP ile birlikte anayasa değiştirmeye kalktı, başına neler geldi...
Aynı tecrübeyi bir daha tekrarlamak ister mi?
Peki, AKP’ye açılan kapatma dâvâsı ile kendisi de ecel terleri döken MHP yeni bir beraberliğe yanaşır mı? Nitekim bu partiden sâdır olan sinyaller, “AKP anayasa değişikliği yapacaksa bu defa biz yokuz; CHP ve DTP ile yapsın” şeklinde.
CHP ise AKP imzalı bir anayasa değişikliğine kapıları kapatan tavrını ısrarla devam ettiriyor.
Ve bu kilitlenme çözülecek gibi görünmüyor.
06.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|