Bizi mahveden, cehâlet ağa ve torunu husûmet beydir
Evet, cehâletimizin silâhıyla, asıl bizi mahveden, içimizdeki, garip nâmlar ile hüküm süren parça parça istibdatlar idi ki, hayatımızı tesmîm etmiş idi. Fakat, yine kabahat, o küçük istibdatların pederi olan istibdâd-ı hükûmete âittir.
Münâzarât, s. 34, (yeni tanzim, s. 81)
***
Suâl: Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrûtiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
Cevap: Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.
Münâzarât, s. 47, (yeni tanzim, s. 116)
***
Bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir.
Münâzarât, s. 69, (yeni tanzim, s. 167)
***
Suâl: “Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”
Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver, husûmetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir.
Münâzarât, s. 29, (yeni tanzim, s. 67)
***
Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhiyle cihâd edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husûmette fenalık var, husûmete vaktimiz yoktur.
Divan-ı Harb-i Örfi, s. 23
***
..ecnebîler, fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve san'at silâhıyla, Îla-i Kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkâra cihad edeceğiz. Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı Garranın berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.
Divan-ı Harb-i Örfi, s. 64
LÜGATÇE:
istibdat: Baskı.
tesmîm: Zehirleme.
efkâr: Fikirler.
teşviş: Karıştırma.
taht-ı riyaset: Başkanlığı altında.
menba-ı saadet: Mutluluk kaynağı.
zaruret: Fakirlik.
hafîd: Torun.
cehâletperver: Cahilliği koruyan, yetiştiren.
husûmetefzâ: Düşmanlık saçan.
mütevahhiş: Ürken, korkan.
ihtilâf: Anlaşmazlık, uyuşmazlık, ikilik.
teyakkuz: Uyanıklık.
fünun: Fenler.
ihtilaf-ı efkâr: Fikirlerin ayrılığı, uyuşmazlığı.
berahin-i katıa: Şeksiz ve şüphesiz olan kat’î deliller.
|