Öteden beri bir çok insan, Nur talebelerini “hocalar” diye bilir ve o gözle bakar. Onların gözünde herbir Nur talebesi aynı zamanda bir hocadır. Hatta güvenilir bir fetva makamıdır. Böyle bildikleri, böyle zannettikleri için bir çok insan, bilmediği veya öğrenmek istediği bazı fıkhî bilgileri de Nur talebelerinden sorarak öğrenmeye çalışır. Bu durum, halk arasında Nur talebelerine itimadın ve güvenirliliğin bir nişanesidir.
Bu meyanda ben de zaman zaman tanıdık veya tanımadık dost ve arkadaşların bazı suâllerine muhatap olmaktayım. Cevabı kolay olanların yanında, cevabı hiç kolay olmayan, derin araştırmaları gerektiren suâllerle de karşılaşıyorum. Bu drumda bilgim dâhilinde olanlara cevap verip; beni aşan suâllerin sahiplerine de öyle derin meseleleri cevaplandıracak fetva makamı olmadığımı beyan ederek ilgili yerlere havâle ediyorum.
Bu münasebetle zaman zaman, doğrudan veya dolaylı olarak muhatap olduğum, belki de bu konudaki hassasiyetlerimi gören dostların dile getirdikleri şöyle bir suâl oluyor: “Birbirine yabancı olan, yani nâmahrem sayılan kadın ve erkek münasebetleri nasıl olmalı? Görüşmelerde, konuşmalarda nasıl bir tarz tercih edilmeli? Hizmetlere yönelik bir durum söz konusu ise nasıl bir yol izlemeli?”
Yukarıda belirttiğim gibi bu işin fıkhî yönünü yetkili hocalarımıza havâle ettikten sonra, Nur talebeleri için bir ölçü olacak, Risâle-i Nur’da bu meseleye ışık tutacak bir bahis var mı, ona bakmak lâzım. Çünkü Nur Külliyatı fıkhî bir eser olmasa da, dikkatle incelendiğinde, satır aralarına baktığımızda bir çok fıkhî konulara da cevap verdiği görülecektir. Ben şahsen öteden beri ilmihal ile ilgili önemli bir çok suâle cevap ararken, Bediüzzaman’ın risâlelerde bir vesile ile ortaya koyduğu ve talebelerine de tavsiye ettiği fetva hükmündeki ifadelerini bulmaya ve onlarla amel etmenin gönül rahatlığını yaşamaya çalışıyorum.
Bu defa da öyle yaptım. Yukarıdaki suâle cevap olacak, Bediüzzaman’ın bizzat yaşadığı ve bir çoğumuzun belki de defaatle okuduğu veya dinlediği şu olay, herhalde bize ışık tutacaktır:
“Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Elli beş sene evvel ben, yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum vali Ömer Paşa hânesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hânede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hâle hayret ederdik. Bana sordular: ‘Neden bakmıyorsun?’
“Derdim: ‘İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor.’” (Emirdağ Lâhikası, s. 229, yeni tanzim: s. 452)
Konu ile alâkalı olarak Bediüzzaman’ın yaşadığı diğer bir olay da şöyle:
“Hem kırk sene evvel İstanbul’da Kağıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden tâ Kâğıthane’ye kadar Haliç’in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas, beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassut ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: ‘Senin bu hâline hayret ettik, hiç bakmadın.’
“Dedim: ‘Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum.’” (A.g.e.)
Bunlara ilâveten Bediüzzaman’ın Isparta’da Nurlara müştak hanımların kendisinden vaaz-ü nasihatte bulunma tekliflerini kabul etmeyip, onların nazarlarını Risâle-i Nur’a çevirdiğini de biliyoruz.
Hayatı boyunca Nur hizmetinde bulunan çok değer verdiği hanımlarla dahi yüz yüze muhatap olmayan Bediüzzaman’ın, nâmahremlere gözü değmesin diye zaman zaman şemsiye ile gezdiğini de hatıralardan öğreniyoruz.
Bütün bunları alt alta koyduğumuzda bir iffet timsâli olan bu büyük insanın, bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da ne kadar hassas davrandığını, meseleye ne derece önem verdiğini öğrenmiş oluyoruz.
İşte ben şahsen her mevzuda olduğu gibi kadın-erkek münasebetlerindeki ölçüde de Bediüzzaman’ı örnek almanın doğru olacağını düşünüyorum.
03.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|